04 Şubat 2013

ALLAH İLE ALDATANIN ÖNDE GİDENİ




                 İHSAN   ELİ AÇIK    

                                    
                 YAŞAYAN KUR’AN’IN 

                                                               IŞIĞINDA
                                    




                ALLAH İLE ALDATANIN 
                
                ÖNDE GİDENİ




              16-MART-2009

http://www.ihsaneliacik.com/2009/03/allah-ile-aldatanin-onde-gideni.html


         Rahmetli babam hep “Bel’amların şerrinden muhafaza eyle Ya Rabbi…” diye dua ederdi. “Bel’am kim ki?” diye sorduğumda “Allah ile aldatanın önde gideni” derdi… Böylesi duaları dinleyerek büyümüş olmamdan olacak “saray ulemasından” oldum olası hiç hazzetmem.

     Gel gör ki Allah ile aldatanların şahı olan “Bel’am” konusunu ne cami vaazlarından, ne de ilahiyat kürsülerinden pek duyamazsınız. Kur’an’da esaslı bir şekilde ele alınan bu karakter neredeyse unutulmuş, unutturulmuştur.

     Ama bunun böyle olması konuyu bizim de unutacağımız veya unutturmaya çalışacağımız anlamına gelmez, değil mi?

     “Bel’am” muhalif Müslüman bilinçte “saray ahundu (mollası)”, “zalimlerin alimi”, “sultana yaltaklanan din adamı” karakterine tekabül ediyor.


     “Ahund” Farsça’da medresede ders veren ve mollaların başı olan büyük alim demek… İran’da devrim yıllarında Şah yanlısı mollaları ifade için “saray ahundları” diye Humeyni çok kullanırdı.


     Saray, egemenlik ve iktidar böyle bir şey…


     Kısa sürede etraflarında “ahundlar” türer. Saraylar, egemenler ve iktidarlar ahundsuz yapamaz. Meşruiyetlerini dinden almak için “yalaka din adamlarına” ihtiyaçları vardır. Onlar “Allah ile aldatarak” halkı egemene itaate çağırırlar “ulu’l-emr” ayetleri okuyarak…


     Eski çağlardan beri, özellikle de Emevilerde, Abbasilerde, Osmanlılarda ve de Cumhuriyet döneminde bunlardan hiç eksik olmamıştır. Maşallah sultan sofralarında ikbal-ü izzet gördümü mantar gibi biterler…


***

     Oysa bir anlamda “kamu” gibi genel halk ve umumi insanlık adına –ki Allah, Kitap, Peygamber gelmiş geçmiş en büyük insanlık davasıdır- adına konuşan din aliminin (aydının/entelektüelin) egemenler, iktidarlar ve otoriteler karşısında muhalif durması gerekir.


     Günümüzde bunun ifadesi olmaya en yatkın olanlar yazarlar, şairler, sanatçılar ve din alimleridir. “Egemene” yönelik eleştiriler bir ülkede bunlardan gelmiyorsa, bunlar da egemenin borazanı haline gelmişse o ülkede “ma’şeri vicdan” ölmüş demektir.


     Bir millet dibe vurduğunda içinden cesur yazarlar, haykıran şairler, yaratıcı sanatçılar ve muhalif alimler çıkaramıyorsa, o milletin tarihten çekilme sürecine girdiğine yani canının çıktığına hükmedebilirsiniz. Çünkü yazar düşündürür, şair heyecanlandırır, sanatçı yaratır, alim de ışık tutar, yol gösterir. Siyasetçiler ve askerler de böylesi düşüncelerin, heyecanların, yaratımların peşine düşer. Böylece millet statükolarını aşar, kalıplarını kırar ve özgürlüklere yelken açar. Geçmişe bakın, hep böyle olmuştur.


     Bu nedenledir ki bir ülkede aydın, entelektüel, alim vs. diye “en egemen” kim veya neyse onu eleştirebilene denir. Egemene sokularak meşruiyet arayan olsa olsa dalkavuk olur. Bu nedenle benim görüşüm odur ki başımızda Hz. Ebubekir bile olsa alim muhalif duruşunu korumalıdır. Çünkü başında kim olursa olsun iktidar ve egemenlik doğası gereği daima eleştiriye muhtaçtır.


***


     Müslüman bilinçte “Bel’am” olarak yerleşen din adamı karakterinin, sultan, iktidar, güç, servet ve özellikle de siyasal iktidar ile irtibatlandırılması boşuna değil. Çünkü bu çağrışımların “Kitap’ta” yeri var;

     “Onlara anlat… Hani bir adam vardı: Ayetlerimizi çok iyi bildiği halde onları bir kenara atmıştı. Şeytana uymuş ve sonunda iyice azmıştı. Lâyık görseydik onu bildiği ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat gözünü güç ve iktidar hırsı bürümüş, heva ve hevesine fena kapılmıştı. Bu gibilerin durumu tıpkı köpeğe benzer; üstüne varsan da dilini sarkıtıp hırlar, kendi haline bıraksan da. İşte ayetlerimize yalan diyenlerin durumu böyledir. Anlat bu olayı; belki tefekkür ederler.” (A(raf; 7/175-176)


     Görüldüğü gibi ayette isim, yer ve zaman verilmeyip “karakter” (tipleme) üzerinde duruluyor.


     Demek ki bu karakter; 1- Ayetleri çok iyi bildiği halde ilmiyle amel etmeyen 2- Şeytana uyarak azan 3- Güç ve iktidar (dünya) hırsı gözünü kör etmiş 4- Heva ve hevesine kapılmış 5- Köpek tıynetli her “din alimi”dir…


     Ayetleri çok iyi bilmesi dini metinlere ve ilahiyata vakıf olduğunu, ilmiyle amel etmemesi bunları “fazilete ve erdeme” değil; servet, makam, mevki ve şöhrete dönüştürmeyi çok iyi becerdiğini, Şeytana uyarak azması sahip olduklarıyla haddi aşıp küstahlaştığını, dünya hırsının gözünü kör etmesi hırsının aklının önüne geçtiğini, heva ve hevesine kapılması arzu ve isteklerine gem vuramadığını, köpek tıynetli olması da bağlandığı egemenin kapısından halka havlayıp durduğunu gösterir…


     Ayette geçen “ahlede ile’l-ard” tabirinin bir manası da “bir beldede/ülkede (arz) sonsuz bir güç ve iktidara (huld) erişme arzusu” demektir. Çünkü Kur’an Araf suresinde geçen “Rabbiniz size bu ağacı neden yasakladı sanıyorsunuz? Çünkü ondan yerseniz iki melek (melekeyn) olursunuz veya ölümsüzleşirsiniz (hâlidîn)” (7/20) şeklindeki şeytan fısıltısının ne olduğunu Taha suresinde şöyle tefsir eder: “Ey Âdem, sana sonsuzluk ağacını (şecereti’l-huld) ve yıkılmayacak bir hükümranlığın (mulki la yeblâ) yolunu göstereyim mi?” (20/120)…


     İşte genelde insanların, özelde ise “Bel’am”ın ayağını kaydıran budur; huld hırsı ve mülk arzusu… Yani güç, servet, iktidar ve egemen olma hırsı dediğimiz şey…


     Bu, devlet katmanlarında, döner koltuklarda, makam odalarında, halkın selamlandığı kürsülerde boyuna yeşeren ve tatdıkça artan iktidar şehvetidir. İktidar ile şehvet arasında bu nedenle doğrudan bağlantı vardır. İktidarda emir verirken, şehvette orgazm olurken kendinizden geçersiniz yani huld ve mülk (yıkılmayacak bir hükümranlık) duygusundan bir nebze, bir an yaşarsınız.


     Bu nedenle huld ve mülke ulaşmak için “Bel’am”ın hırsı aklını geçmiştir. Dini bilgisi artık “Allah ile aldatmak” dışında hiçbir işe yaramamaktadır. “Allah” demekte fakat sonsuz bir iktidar, servet ve egemenlik (huld ve mülk) istemektedir.


     Hal böyle olunca Allah ile aldatanın önde gideni, tabiî ki Bel’am’ın ta kendisi oluyor!


***


     “Bel’am” ismi Tevrat’da geçen bir din alimine dayanıyor. Hz. Musa’yı satarak düşman kralının sarayına yanaşır. Orada ağırlanır, bol bahşişlere boğulur ve Hz. Musa aleyhine Tanrı’ya dualar ederek insanları Allah ile aldatır. (Sayılar; 22-24) Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Mücâhid, İkrime ve müfessirlerin büyük çoğunluğu, yukarıdaki ayette geçen adamın, Beni İsrail ulemasından işte bu Bel’am bin Baura olduğu görüşündedirler.

    Başka bir görüşe göre de ayette anlatılan adam, din bilgini Mekkeli Rahip Ebu Amir’dir. Mücâhid, Abdullah bin Amr, Kelbî ise Ümeyye bin Ebi’s-Salt’tır der. Said bin Müseyyeb ise Ebû Âmir olduğu görüşündedir.

     İsimlere takılmayın, çünkü bunların hepsinin ortak özelliği “devrin egemenine yanaşan” işbirlikçi ve yalaka din alimi tiplemesidir.


     Örneğin, Bel’am bin Baura Moav kralının sarayında ağırlandığı gibi, Mekkeli Rahip Abu Amir de Bizans saraylarında ağırlanmıştır. Çünkü o da “sonsuzluk ağacını” ve “yıkılmayacak hükümranlığı” orada görüyordu. Şeytan onun da ayağını böyle kaydırmış ve hırsı aklını geçerek “egemene yanaşma” yolunu seçtirmişti.


     Mekkeli Rahip Ebu Amir, Suriye’ye gidip “arslanlı yollardan” geçerek Bizans “derin devleti” ile anlaştı. Bizans ordularını Medine’yi işgale davet etti. Böylece “Muhammed belasından” ebediyen kurtulmuş olacak ve Medine’yi Bizans adına yönetecekti. Adamlarına haber salarak Medine’de peygamber mescidinin karşısına kendi “tapınağını” diktirdi. Bizans ordusu ile geldiğinde orada karşılanacaktı. Peygamberimiz bunun üzerine ünlü Tebük seferini başlattı. 30 bin kişi ile Suriye’de Ebu Amir’in ağırlandığı Bizans saraylarına doğru yürüyüşe geçti. Tebük’e gelindiğinde Bizans’ın işgal planından vazgeçtiği duyuldu. Peygamberimiz Medine’ye döner dönmez ilk iş olarak Ebu Amir’in tapınağını yıktırdı. İnsanlara zarar vermek için açılan bu yere “Mescid-i Dırar” (Tevbe; 9/107) denerek Müslüman bilincin dimağına kazındı. O gün bugündür bu tür yerler bu isimle ve genellikle de “Bel’am” ile birlikte anılır.

    Böylece Hz. İsa nasıl “tapınağı basan peygamber” (Matta; 21/12-13) adıyla tarihe geçti ise, Hz. Peygamber de “tapınak yıkan peygamber” (Buhari Tecrîd-i Sarih, 10, 422) olarak tarihe geçti. Çünkü Hz. İsa zamanındaki Roma adına, Hz. Peygamber zamanındaki de Bizans adına çalışıyordu.


      Demek ki üzerinde düşünmemiz istenen karakter, isim, yer ve zaman verilmediğinden de anlaşılabileceği gibi, her çağda, her devirde karşılaşabileceğimiz bir tip… Çıkarı için Allah’ın ayetleri ile insanları aldatan bir tip… Allah’ın ayetlerini bir bilinç değil; bilgi kaynağı olarak gören, ayetlerden coşku ve heyecan (çûş-u hurûş) değil; kuru kuruya bilgi (malûmat furûş) çıkaran bir tip…


     Bu tipler, ayetleri iman ettikleri için değil; meslek icabı okurlar. Allah’ın kitabını hayat değil; tapınak kitabı olarak algılarlar. Bir çoğu saray ulemasıdır. Kralların, sultanların sofrasından kalkmazlar. Onlara dalkavukluk ederek din hizmeti sunarlar. Esas işleri egemen otoriteye dinî gerekçe bulmaktır. Bunun karşılığını da fazlasıyla alırlar. Allah’ın ayetlerini iyi bilirler ancak bilincinden yoksundurlar. Bilgiyi insanı yetiştirip geliştiren bir fazilet (erdem) değil; güç vesilesi olarak görürler. İlâhî bilgiyi de bu güce ulaşmak için isterler. Asıl dertleri “Tanrı ile olmak” değil “Tanrı gibi olmak”tır. Allah’a değil; güce taparlar. Allah’a da gücü için taparlar. Güç kimdeyse onun köpeği olurlar. Üzerine varsan da varmasan da dilini sarkıtıp havlamaktan başka bir şey yapmazlar. Çünkü köpek tabiatlıdırlar. Egemene hizmeti ve güçlüye sadakati köpekliklerinin şerefi olarak görüler.


     İlginçtir, Kur’an söyleminin en sertleştiği yerlerin bu karakterin anlatıldığı yerler olduğunu görüyoruz. Biliyorsunuz Kur’an’da “havlayan köpek” ve “hayvandan daha aşağı” diye benzetme yapılan yerler var. Bu yerler işte bu gözünü dünya hırsı bürümüş “yalaka din adamı” karakterinin anlatıldığı yerdir (A’raf; 7/176,179). Dolayısıyla bu yazıda “köpek”, “hayvan” filan diyerek sert ifadeler kullanmamız normal karşılamalı çünkü “Kitap”ta geçiyor!


***

     Peki, her Allah, Kitap, Peygamber diyenin Allah ile aldatan olup olmadığını nasıl anlayacağız? Bunun bir ölçüsü olmalı değil mi?


     Kur’an’ın uyarısı… Bunlar din namına halkın parasını tıka basa yerler, altını ve gümüşü yığarlar ve insanları Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Gerçek ile sahteyi birbirine karıştırırlar. Yapmadıkları şeyi emrederler. Az bir paha karşılığı ayetleri satarlar (Tövbe; 9/34, Bakara; 2/41-44).


     Hz. İsa’nın İncil’de geçen uyarısı… Bunların dediğini tutun, ama gittiği yoldan gitmeyin. Çünkü ağızlarından güzel sözler çıkar ama onlara ilk uymayan kendileridir. İnsanları dinlerine döndürmek için kıtalar dolaşırlar ama dinlerine döneni de iki kez kafir yaparlar. Tabağın kenarını iyice temizlerler ama tabağın içindekini başkasıyla bölüşmeyi hiç düşünmezler. Tapınaklarda en seçkin yerlere kurulmaya, meydanlarda selamlanmaya bayılırlar. İnsanlara taşınmaz yükler yüklerler, kendileri ise bu yükleri kaldırmak için parmaklarını bile kıpırdatmazlar. Hem peygamberlerini öldürürler, hem de anıtlarını dikip üzerinden geçinirler. Muhatabının ağzından çıkacak bir sözle onu tekfir edip din dışı ilan ederek tuzağa düşürmek için fırsat kollarlar. Allah’ın evini “pazar yerine” ve “haydut inine” çevirirler. (Markos; 11-15-17, Luka; 11-37-83)


     Demek ki yaşantısına, hayat içindeki duruşuna bakacağız…


     Mekke’de (muhalefette) nasılsa, Medine’de de (iktidarda) öyle yaşayıp yaşamadığına bakacağız…


     Servet sığma (tekâsür) grafiğini izleyeceğiz…


     Allah, Kitap, Peygamber diye diye ne oluyor? “Geride birkaç kap ve bir kitap” mı bırakıyor, yoksa Karun serveti mi? Ona bakacağız.


     En başta “din” olmak üzere bütün “kamu” davası güdenlere böyle bakacağız.


     Çeketi ile gelip çeketi ile mi gidiyor? Budur ölçümüz…


***

     Ali Şeriati’nin, o unutulmaz üçlemesi ile; tarih boyunca siyasi ve askeri gücün sembolü Firavun, sermaye gücünün sembolü Karun, bunlara köpeklik ederek Allah ile aldatan din aliminin sembolü Bel’am, Müslüman bilincin hafızasından hiç çıkmadı ve çıkmayacak!

     Demek Allah ile aldatma asıl Bel’amlık yaparak oluyormuş.


     Demek rahmetli babam o dualarında “Allah ile aldatanın önde gidenini” tanıtıyor ve yarınlarıma mesaj veriyormuş: Tanı bunları, tanı da büyü…










 ELİNE, DİLİNE,GÖNLÜNE SAĞLIK......


     BİLGİNİZE...İLGİNİZE...



http://www.ihsaneliacik.com/2009/03/allah-ile-aldatanin-onde-gideni.html



39 -ZÜMER-9-hel yestevillezine ya'lemune vellezine la ya'lemun 9-“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”

17-İSRA-34…..evfu bil ahd innel ahde kane mes'ula 17-34-…………Ahdinize vefalı olun çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.
 40-MÜMİN 27. Ve kale musa inni uztü bi rabbi ve rabbiküm min külli mütekebbiril la yü'minü bi yevmil hisab Diyanet Vakfı 27. Musa da: Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım, dedi.  Elmalılı Hamdi Yazır 27-Musa da: "Muhakkak ben, hesap gününe inanmayan her ululuk taslayandan Rabbime ve Rabbinize sığındım!" dedi.  Yaşar Nuri Öztürk 27 Mûsa dedi: "Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olana sığındım." 
 68-KALEM 51. Ve in yekadulleziyne keferu leyuzlikuneke biebsarihim lemma semi'uzzikra ve yekulune innehu lemecnunun. 52. Ve ma huve illa zikrun lil'alemiyne  Diyanet Vakfı 51. O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) "Hiç şüphe yok o bir delidir" derler. Elmalılı Hamdi Yazır 51-Ve gerçekten o küfredenler o zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman az daha seni gözleriyle kaydıracaklardı; bir de durmuşlar: "O şüphesiz bir deli." diyorlar. Yaşar Nuri Öztürk 51 O küfre sapanlar, Zikir'i/Kur'an'ı işittiklerinde az kalsın gözleriyle seni devireceklerdi. "Bu tam bir cinlidir." diyorlardı. Diyanet Vakfı 52. Oysa o (Kur'an), âlemler için ancak bir öğüttür. Elmalılı Hamdi Yazır 52-Halbuki o (Kur'an) bütün akıllı alemler için bir öğüttür. Yaşar Nuri Öztürk 52 Oysaki o Zikir/Kur'an âlemler için bir öğütten başka şey değildir.
 81-TEKVİR       27. In huve illa zikrun lil'alemiyne. Diyanet Vakfı 27. O, herkes için, bir öğüttür, Elmalılı Hamdi Yazır 27-O, sadece bir öğüttür, alemler için. Yaşar Nuri Öztürk 27 O, âlemlere bir öğütten başka şey değildir.        28. Limen şae minkum en yestekıyme,. Diyanet Vakfı 28. Sizden doğru yolda gitmek isteyenler için de.  Elmalılı Hamdi Yazır 28-Ve içinizden dosdoğru olmayı dileyenler için.  Yaşar Nuri Öztürk 28 İçinizden, dosdoğru yürümek isteyen için.       29. Ve ma teşaune illa en yeşaallahu rabbul'alemiyne.
 Diyanet Vakfı 29. Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Elmalılı Hamdi Yazır 29-Fakat o alemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz!  Yaşar Nuri Öztürk 29 Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz!   
      7-ARAF-23 kale rabbena zalemna enfüsena ve il lem tağfir lena ve terhamna lenekunenne minel hasirin Diyanet Vakfı 23. (Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. 
       21-ENBİYA-87……(yunus dediki)… ………el la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minez zalimin  Diyanet Vakfı 87. Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!"
       28-KASAS-16-kale rabbi inni zalemtü nefsi fağfirli ....fe ğafera leh innehu hüvel ğafurur rahiym Diyanet Vakfı 16. Musa: Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur. 
       2-BAKARA-286-. leha ma kesebet ve aleyha mektesebet* ….rabbena la tüahızna in nesina ev ahta'na*.. 2-286-DİYANET- Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. ..Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma…sorgulama…hesaba çekme… 
       12-YUSUF 21-……vallahü galibün ala emrihi ve lakinne ekseran nasi la ya'lemun  DİYANET-21-….Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. ELMALILI-21-…….Allah, yaptığı işte üstün bir güce sahiptir, fakat insanların çoğu bilmezler. Y.NURİ-21-………..Allah, kendi emrine Gâlib'dir/kendi emrine hükmeder. Ama insanların çokları bilmiyorlar.

       12-YUSUF 100…….inne rabbi latiyfül lima yeşa' innehu hüvel alimül hakim 100…. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."       101-….fatıressemavati vel ardı  ente veliyyi fid dünya vel ahirah teveffeni müslimev ve elhıkni bis salihiyn 101…. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!"
       7-ARAF- 185-.... fe bi eyyi hadisin ba'dehu yü'minun (BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)        77-MÜRSELAT -50-Fe bi eyyi hadiysin ba'dehu yü'minune.(BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)
 rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahimin (23-/109) 
 ve selamün ala ibadihillezinastafa (27-/59) 
 sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun (37-/180) 
ve selamün alel mürselin (37-/181) Vel hamdü lillahi rabbil alemin(37-/182)


0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa