09 Ocak 2012

KURAN İÇİNDE SECDE KELİMESİ GEÇEN AYETLER

KURAN İÇİNDE SECDE KELİMESİ GEÇEN AYETLER

1-2 / BAKARA - 34
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
1. ve iz : ve o zaman, olduğu zaman
2. kulnâ : biz dedik
3. li el melâiketi : meleklere
4. uscudû : secde edin
5. li âdeme : Âdem'e
6. fe : o zaman, hemen
7. secedû : secde ettiler
8. illâ : hariç, den başka
9. iblîse : iblis (ümitsizliğe düşen, Allah'ın rah-
10. ebâ : çekindi, kaçındı, direndi
11. ve istekbere : ve kibirlendi, büyüklendi
12. ve kâne : ve oldu
13. min el kâfirîne : kâfirlerden
Diyanet İşleri : Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Abdulbaki Gölpınarlı : Hani meleklere, Âdem'e secde edin demiştik de İblisten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O, secde etmekten çekinmiş, ululanmak istemişti de kâfirlerden olmuştu.
Adem Uğur : Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.
Ahmed Hulusi : Meleklere: "Secde edin Adem'e" dediğimizde secde ettiler (yoktan varolmuştaki Esmâ'dan meydana gelmiş varlığa - Esmâ mertebesine). . . Ancak İblis, benliğinin yüceliğinden (enfüsünde gördüğüyle âfaktaki hakikatten perdelenerek) inkâr etti. Hakikati inkâr edenlerden (kâfir) oldu.

2-2 / BAKARA - 58
Ve iz kulnâdhulû hâzihil karyete fe kulû minhâ haysu şi’tum ragaden vedhulûl bâbe succeden ve kûlû hıttatun nagfir lekum hatâyâkum ve senezîdul muhsinîn(muhsinîne).
1. ve : ve
2. iz : olmuştu, olduğu zaman
3. kulnâ : dedik
4. udhulû : girin
5. hâzihi : bu
6. el karyete : karye (kasabadan küçük yerleşim birimi)
7. fe : artık, böylece
8. kulû : yeyin
9. min-hâ : ondan, oradan
10. haysu : yer (mekân)
11. şi'tum : dilediniz
12. ragaden : bol bol
13. ve : ve
14. udhulû : girin
15. el bâbe : kapı
16. succeden : secde ederek
17. ve : ve
18. kûlû : deyin, söyleyin
19. hıttatun : hıtta, günahların bağışlanmasını
20. nagfir : biz bağışlarız, biz bağışlayalım
21. lekum : sizin için, size
22. hatâyâ-kum : sizin hatalarınız
23. ve : ve
24. se-nezîdu : artıracağız
25. el muhsinîne : muhsinler, ahsen olanlar (fizik vücudunu teslim edenler)
Diyanet İşleri : Hani, “Şu memlekete girin. Orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile girin ve “hıtta!” (Ya Rabbi, bizi affet) deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ise daha da fazlasını vereceğiz” demiştik.
Abdulbaki Gölpınarlı : Bir vakit şu şehre girin, nîmetlerinden, nerede dilerseniz orada bol-bol yiyin, kapısından secde ederek girin, burası yurttur deyin, yarlıganma dileyin de suçlarınızı örtelim; iyilikte bulunanların sevabını daha da arttıracağız demiştik.
Adem Uğur : (İsrailoğullarına:) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) "Hıtta!" (Yâ Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik.
Ahmed Hulusi : Hani şunu demiştik onlara: "Şu karyeye (boyuta) girin ve orada dilediğiniz şekilde (o boyutun nimetlerini) yeyin. . . Kapısından da secde ederek (varlığınızın yokluğunu, yalnızca Allâh Esmâ'sının var olduğunu itiraf ederek) girin ve (benlik hissinizden dolayı) mağfiret dileyin. . . Ki (benliğinizin oluşturduğu) hatalarınızı mağfiret edelim. Kendisine bağışlananları başkalarıyla karşılıksız paylaşanlara (muhsinlere) daha da arttıracağız. "

3-2 / BAKARA - 125
Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ(emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ(musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne vel âkifîne ver rukkais sucûd(sucûdi).
1. ve iz : ve olmuştu
2. ceal-nâ : biz kıldık
3. el beyte : ev, yer
4. mesâbeten : sevap yeri
5. li en nâsi : insanlar için
6. ve emnen : ve emniyetli
7. ve ittehizû : ve edinin
8. min makâmı : (makamdan) bir makam
9. ibrâhîme : İbrâhîm
10. musallen : namaz yeri
11. ve ahidnâ : ve ahd ettik
12. ilâ ibrâhîme : İbrâhîm'e
13. ve ismâîle : ve İsmail'e
14. en tahhirâ : temizlemek
15. beytiye : evim
16. li et tâifîne : tavaf edenler için
17. ve el âkifîne : ve devamlı ibadet edenler, itikâfta
18. ve er rukkai : ve rükû edenler
19. es sucûdi : secde edenler

Diyanet İşleri : Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.”
Abdulbaki Gölpınarlı : O sıralarda Kâ'be'yi sevap kazanma yeri ve emniyet yurdu ettik. İbrahîm'in makamını namazgâh edinin. İbrahîm'le İsmâîl'e de, evimi, dönüp dolaşanlara, burada oturup ibadette bulunanlara, rükû ve sücud edenlere tertemiz tutun diye kesin emir verdik.
Adem Uğur : Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.
Ahmed Hulusi : Biz Beyt'i (Kâbe - kalp) insanlara güvenilir sığınak yaptık! İbrahim makamını (Hullet makamı, Esmâ mertebesi kuvveleriyle tahakkuk makamı) musalla (namazın yaşandığı yer) edinin. İbrahim ve İsmail'e: "Beytimi; tavaf edenler, kulluğunu yaşamak için oraya kapananlar ve secde eden rükû edenler için arındırılmış olarak muhafaza edin" dedik.

4-3 / ÂLİ İMRÂN – 43
Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn(râkiîne).
1. yâ meryemu : ey Meryem
2. uknutî : kânitîn ol (Rabb'inin huzurunda huşû ile dur)
3. li rabbi-ki : Rabbin için
4. ve uscudî : ve secde et
5. ve irkai mea er râkiîne : ve rükû edenlerle birlikte rükû et
Diyanet İşleri : “Ey Meryem! Rabbine divan dur. Secde et ve (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber rükû et” demişlerdi.
Abdulbaki Gölpınarlı : Yâ Meryem, Rabbine itaat et, secdeye kapan, rükû edenlerle rükû et demişti.
Adem Uğur : Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O'nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.
Ahmed Hulusi : "Yâ Meryem, Rabbine kanit ol (huşû duyarak yaşa), secde et (Allâh indînde varlığının yokluğunu hisset) ve rükû edenlerle rükû et (varlığında açığa çıkan Rabbinin Esmâ'sını hissederek itiraf et). "

5-3 / ÂLİ İMRÂN - 113
Leysû sevâ’(sevâen), min ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli ve hum yescudûn(yescudûne).
1. leysû : değil
2. sevâen : eşit, müsavi, aynı, bir
3. min ehli el kitâbi : kitap ehlinden (hristiyan ve yahudilerden)
4. ummetun : bir ümmet, bir topluluk
5. kâimetun : ayakta durarak
6. yetlûne : okuyan
7. âyâti allâhi : Allah'ın âyetlerini
8. ânâ el leyli : gece saatleri, gece vakti
9. ve hum : ve onlar
10. yescudûne : secde ederler
Diyanet İşleri : Onların (Kitap ehlinin) hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta duran, secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okuyan bir topluluk da vardır.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ama hepsi bir değil. Kitap ehlinden dosdoğru hareket edip ibadetten vazgeçmeyen, geceleri secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okuyan bir bölük de var.
Adem Uğur : Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.
Ahmed Hulusi : Hepsi bir değildir. Kendilerine hakikat bilgisi verilmiş olanlardan secde edip, gece boyunca Allâh işaretlerini okuyup değerlendiren bir grup da mevcuttur.

6-4 / NİSÂ - 102
Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min varâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum, veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten). Ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum. İnnallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).
1. ve izâ : ve ... olduğu zaman
2. kunte : sen oldun
3. fî-him : onların arasında
4. fe : o taktirde
5. ekamte : ikame ettirdin, kıldırdın
6. lehum : onlara
7. es salâte : namaz
8. fe li tekum : öyle ki ayağa kalksın, namaza dursun
9. tâifetun : taife, grup, bölük, bir kısmı
10. min-hum : onlardan
11. mea-ke : seninle beraber
12. ve li ye'huzû : ve alsınlar
13. eslihate-hum : kendi silâhlarını
14. fe : böylece, bu şekilde
15. izâ secedû : secde ettikleri zaman
16. fe li yekûnû : böylece olsunlar
17. min varâi-kum : sizin arkanızda
18. ve li te'ti : ve gelsin
19. tâifetun : taife, grup, bölük
20. uhrâ : diğer, başka
21. lem yusallû : namaz kılmadılar
22. fe li yusallû : böylece, bu şekilde namaz kılsınlar
23. mea-ke : seninle beraber
24. ve li ye'huzû : ve alsınlar
25. hızra-hum : kendilerini koruma tedbirleri
26. ve eslihate-hum : ve kendi silâhlarını
27. vedde : temenni etti, istedi
28. ellezîne : onlar, olanlar
29. keferû : inkâr ettiler, kâfir oldular
30. lev : keşke, eğer, olsa
31. tagfulûne : gâfil olursunuz
32. an eslihati-kum : kendi silâhlarınızdan
33. ve emtiati-kum : ve kendi emtianız, mühimmatlarınız, teczihatlarınız
34. fe yemîlûne : böylece hamle yaparlar, baskın yaparlar, hücuma geçerler
35. aleykum : sizin üzerinize, size
36. meyleten : hücum, hamle
37. vâhıdeten : bir, tek
38. ve lâ : ve yoktur
39. cunâha : günah
40. aleykum : sizin üzerinize, size
41. in : eğer, ise
42. kâne : oldu, ...dır
43. bi-kum : size
44. ezen : eziyet, güçlük
45. min matarin : yağmurdan, yağmur sebebiyle
46. ev : veya
47. kuntum : siz oldunuz
48. mardâ : hasta
49. tedaû : sizin bırakmanız, çıkarmanız
50. eslihate-kum : silâhlarınız
51. ve huzû : alın
52. hızra-kum : korunma tedbirleriniz
53. inne : muhakkak
54. allâhe : Allah
55. eadde : hazırladı
56. li el kâfirîne : kâfirler için
57. azâben : azap
58. muhînen : alçaltıcı, rüsvay edici
59. en : olmak
Diyanet İşleri : (Ey Muhammed!) Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında) arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silâhlarını yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir beis yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah, inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
Abdulbaki Gölpınarlı : Onların içinde bulunur da namaz kıldırırsan onların bir kısmı seninle berâber ve silâhları yanlarında olarak namaz kılsın, secde ettiler mi öbür kısmı, arkanızda dursun. Sonra namaz kılmayan takım gelsin, seninle namaz kılsın, kalkanlarını, silâhlarını üstlerinde bulundursunlar. Kâfirler, birdenbire üstünüze bir saldırışta bulunmak için sizin silâhlarınızdan, eşyanızdan gafil olmanızı isterler. Ancak yağmurdan dolayı müşkülâta uğrarsanız, yahut hastaysanız silâhlarınızı çıkarmada vebal yok size,
Adem Uğur : Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını (yanlarına) alsınlar, böylece (namazı kılıp) secde ettiklerinde (diğerleri) arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan (bu) diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
Ahmed Hulusi : (Rasûlüm, korkulu bir durumdayken) onların içlerinde olup da onlara salâtı ikame ettirdiğinde, onlardan bir grup seninle beraber silahları da yanlarında olarak namaza dursun. . . Secde ettiklerinde (diğerleri) sizin arkanızda (koruyucu) olsunlar. . . (Sonra) salâtı edâ etmemiş diğer grup gelsin, seninle birlikte salâtı ikame etsin. . . (Onlar da) tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. . . O hakikat inkârcıları arzu ederler ki, keşke siz silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gâfil olsanız da, ani bir baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan dolayı bir sıkıntı varsa yahut hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanızda bir mahzur yoktur. . . (Bununla beraber) tedbirinizi alın. . . Muhakkak ki Allâh, hakikati inkâr edenler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

7-4 / NİSÂ - 154
Ve rafa’nâ fevkahumut tûra bi mîsâkıhim ve kulnâ lehumudhulûl bâbe succeden ve kulnâ lehum lâ ta’dû fîs sebti ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
1. ve rafa'nâ : ve biz yükselttik
2. fevka-hum : onların üstüne
3. et tûra : Tur'u, Tur dağını
4. bi mîsâkı-him : onların misakları sebebiyle, misaklarından dolayı
5. ve kulnâ : ve biz dedik
6. lehum : onlara
7. udhulû : dahil olun, girin
8. el bâbe : kapı
9. succeden : secde ederek
10. ve kulnâ : ve biz dedik
11. lehum : onlara
12. lâ ta'dû : hakka tecavüz etmeyin, hudutları aşmayın
13. fî es sebti : cumartesi gününde
14. ve ehaznâ : ve biz aldık
15. min-hum : onlardan
16. mîsâkan : misak, kesin söz
17. galîzan : sağlam, çok kuvvetli
Diyanet İşleri : Verdikleri sağlam söz(ü yerine getirmemeleri) sebebiyle “Tûr”u üzerlerine kaldırdık ve onlara, “Tevazu ile kapıdan girin” dedik. Yine onlara, “Cumartesi (yasakları) konusunda haddi aşmayın” dedik ve onlardan sağlam bir söz aldık.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ettikleri ahdi yerine getirsinler diye Tur dağını, oldukları yerin üstünde yüceltmiş ve onlara, şehrin kapısından secde ederek girin demiştik ve cumartesi günü demiştik, haddi aşmayın ve onlardan pek kuvvetli bir söz almıştık.
Adem Uğur : Söz vermeleri (ni takviye) için Tûr'u başlarına diktik de onlara, "Baş eğerek kapıdan girin" dedik, "Cumartesi günü sınırı aşmayın" dedik. Kendilerinden sağlam söz aldık.
Ahmed Hulusi : Verdikleri söze bağlanmaları için Tur'u üzerlerine kaldırmıştık da onlara "Secde ederek o kapıdan girin" demiştik. Hem de "Cumartesi günü hürmetini ihlâl etmeyin" dedik de, onlardan kesin ahd aldık.

8-7 / A'RÂF - 11
Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
1. ve : ve
2. lekad : andolsun ki
3. halak-nâ-kum : sizi yarattık
4. summe : sonra
5. savver-nâ-kum : size şekil (suret) verdik
6. kul-nâ : biz dedik
7. li el melâiketi : meleklere
8. uscudû : secde edin
9. li âdeme : Âdem'e
10. fe : o zaman
11. secedû : secde ettiler
12. illâ : hariç, ...den başka
13. iblîse : şeytan, iblis
14. lem : olmadı
15. yekun : olur
16. min es sâcidîne : secde edenlerden
Diyanet İşleri : Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.
Abdulbaki Gölpınarlı : Andolsun ki sizi yarattık, sonra bir sûret, bir şekil verdik size, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin dedik, hemen secdeye kapandılar, yalnız İblis secde edenlere katılmadı.
Adem Uğur : Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı.
Ahmed Hulusi : Gerçek ki, sizi yarattık. . . Sonra sizi şekillendirdik. . . Sonra meleklere "Secde edin Adem'e" dedik. . . İblis hariç secde ettiler; o secde edenlerden olmadı.

9-7 / A'RÂF - 12
Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
1. kâle : dedi
2. mâ : ne
3. menea-ke : seni men eden
4. ellâ : olmamak
5. tescude : secde edersin
6. iz : o zaman, olduğunda
7. emertu-ke : sana emrettik
8. ene : ben
9. hayrun : hayırlı
10. min-hu : ondan
11. halakte-nî : beni yarattın
12. min nârin : ateşten
13. halakte-hu : onu yarattın
14. min tînin : nemli topraktan
Diyanet İşleri : Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.
Abdulbaki Gölpınarlı : Tanrı, sana emrettiğim zaman neden secde etmekten çekindin, seni meneden sebep neydi dedi. O, ben ondan daha hayırlıyım dedi, beni ateşten halkettin, onu balçıktan yarattın.
Adem Uğur : Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.
Ahmed Hulusi : Buyurdu: "Sana emrettiğimde seni secde etmekten engelleyen neydi?". . . "Ben daha hayırlıyım Ondan; beni Nâr'dan (ateşten - radyasyon - bir tür dalga boyu yapı; {dikkat edile ki burada kullanılan 'nâr' kelimesi, cehennemdekileri yakacağı belirtilen 'nâr' kelimesiyle aynı anlamdadır. Bunun anlamı iyi düşünülmeli! A. H. }) yarattın, Onu tıynden (maddeden) yarattın" dedi.

10- 7 / A'RÂF - 120
Ve ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
1. ve ulkıye : ve atıldılar (secdeye kapandılar)
2. es seharatu : sihirbazlar
3. sâcidîne : secde eden kimseler

Diyanet İşleri : Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve büyücüler, hep birden secdeye kapandılar da.
Adem Uğur : Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.
Ahmed Hulusi : Sihirbazlar secde edercesine yere kapandılar!

11- 7 / A'RÂF - 161
Ve iz kîle lehumuskunû hâzihil karyete ve kulû minhâ haysu şi’tum ve kûlû hıttatun vedhulûl bâbe succeden nagfir lekum hatîâtikum, senezîdul muhsinîn(muhsinîne).
1. ve iz kîle : ve denildiği zaman
2. lehum uskunû : onlara oturun, yerleşin
3. hâzihi el karyete : bu şehir
4. ve kûlû : ve yeyin
5. min-hâ : ondan
6. haysu : neresi, nereden
7. şi'tum : dilediğiniz, istediğiniz
8. ve kûlû : ve deyin, söyleyin
9. hıttatun : af dileyerek
10. ve udhul el bâbe : ve kapıdan girin (dahil olun)
11. succeden : secde ederek
12. nagfir-lekum : biz sizi mağfiret edelim
13. hatîâti-kum : sizin hatalarınızı
14. se nezîdu el muhsinîne : muhsinlere arttıracağız

Diyanet İşleri : O zaman onlara denilmişti ki: “Şu memlekete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi yiyin ve ‘Hıtta (Ya Rabbi, bizi affet)’ deyin. Kentin kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere daha da fazlasını vereceğiz.”
Abdulbaki Gölpınarlı : Hani o zaman onlara, bu şehirde yerleşin ve dilediğiniz yerde dilediğiniz şeyi yiyin ve bu makam, suçların döküldüğü makamdır deyin, kapıdan yerlere kapanırcasına eğilerek girin de suçlarınızı örtelim, iyi hareket edenlerin mükâfatını daha da fazlasıyla verelim denmişti.
Adem Uğur : Onlara denildi ki: Şu şehirde (Kudüs'te) yerleşin, ondan (nimetlerinden) dilediğiniz gibi yeyin, "bağışlanmak istiyoruz" deyin ve kapıdan eğilerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara ileride ihsanımızı daha da artıracağız.
Ahmed Hulusi : Hani onlara: "Şu şehirde yerleşin. . . Ondan istediğiniz yerden yeyin. 'Mağfiret et', deyin ve kapısından secdenin anlamını yaşayarak girin ki, hatalarınızı sizin için mağfiret edelim. . . Muhsinlere daha da ziyade edeceğiz" denildi.

12- 7 / A'RÂF – 206
İnnellezîne inde rabbike lâ yestekbirûne an ibadetihî ve yusebbihûnehu ve lehu yescudûn(yescudûne). (SECDE ÂYETİ)-1
1. inne ellezîne : muhakkak ki onlar, o kimseler
2. inde rabbi-ke : senin Rabbinin katında
3. lâ yestekbirûne : kibirlenmezler
4. an ibadeti-hî : ona kul olmaktan (ona ibadet etmekten)
5. ve yusebbihûne-hu : ve onu tesbih ederler
6. ve lehu : ve ona
7. yescudûne : secde ederler

13-9 / TEVBE - 112
Ettâibûnel âbidûnel hâmidûnes sâihûner râkiûnes sâcidûnel âmirûne bil ma’rûfi ven nâhûne anil munkeri vel hâfizûne li hudûdillâh (hudûdillâhi), ve beşşiril mu’minîn (mu’minîne).
1. et tâibûne : tövbe edenler
2. el âbidûne : Allah'a kul olanlar
3. el hâmidûne : hamdedenler
4. es sâihûne : oruç tutanlar, Allah yolunda seyahat edenler, 1- savaşmak için 2- Allah'ın ismini duyurmak için 3- yeryüzünü ibretle gezip tefekkür etmek için
5. er râkiûne : rükû edenler
6. es sâcidûne : secde edenler
7. el âmirûne : emredenler
8. bi el ma'rûfi : iyilik, irfan ile
9. ve en nâhûne : ve nehyedenler, yasaklayanlar
10. an el munkeri : münkerden, kötülükten
11. ve el hâfizûne : ve muhafaza edenler, koruyanlar
12. li hudûdi allâhi : Allah'ın hudutlarını
13. ve beşşiri el mu'minîne : ve mü'minleri müjdele

Diyanet İşleri : Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar , rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.
Abdulbaki Gölpınarlı : Tövbe edenler, ibâdette bulunanlar, hamd eyleyenler, oruç tutanlar (savaş veya bilgi elde etmek için yurttan yurda gezenler), rükû edenler, secdeye kapananlar, iyiliği emredenler, kötülüğü nehyeyleyenler ve Allah sınırlarını koruyanlar. İşte bu inanmış kişileri de müjdele.
Adem Uğur : (Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!
Ahmed Hulusi : Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû edenler (Azamet-i İlâhiyye'yi müşahede edip eğilenler), secde edenler (mutlak kulluğunu itiraf edenler), olumlu olanı emredenler, olumsuzdan yasaklayanlar ve Allâh'ın koyduğu sınırları muhafaza edenler. . . Müjdele o iman edenleri!

14-12 / YÛSUF - 4
İz kâle yûsufu li ebîhi yâ ebeti innî re eytu ehade aşere kevkeben veş şemse vel kamere re eytuhum lî sâcidîn(sâcidîne).
1. iz kâle : dediği zaman, demişti
2. yûsufu : Yusuf
3. li ebî-hi : babasına
4. yâ ebeti : ey baba, babacığım
5. in-nî : muhakkak, gerçekten ben
6. reeytu : gördüm
7. ehade aşere : on bir
8. kevkeben : yıldız
9. ve eş şemse : ve güneş
10. ve el kamere : ve ay
11. reeytu-hum : onları gördüm
12. lî : bana
13. sâcidîne : secde edenler

15-12 / YÛSUF - 100
Ve refea ebeveyhi alel arşı ve harrû lehu succedâ(succeden), ve kâle yâ ebeti hâzâ te’vîlu ru’yâye min kablu kad cealehâ rabbî hakkâ(hakkan), ve kad ahsene bî iz ahrecenî mines sicni ve câe bikum minel bedvi min ba’di en nezegaş şeytânu beynî ve beyne ıhvetî, inne rabbî latîfun limâ yeşâ’(yeşâu) innehu huvel alîmul hakîm(hakîmu).
1. ve refea : ve yükseltti, çıkardı
2. ebeveyhi : onun annesi ve babası
3. alel arşı (alâ el arşı) : tahtın üzerine
4. ve harrû : ve (yere) eğildiler (çömeldiler)
5. lehu : ona
6. succeden : secde ederek
7. ve kâle : ve dedi
8. yâ ebeti : ey babacığım
9. hâzâ : bu
10. te'vîlu : tabiri, yorumu
11. ru'yâye : benim rüyam
12. min kablu : önceden, daha önce
13. kad : oldu, olmuştu, olmuştur
14. ceale-hâ : onu kıldı, yaptı
15. rabbî : benim Rabbim
16. hakkan : hak, gerçek
17. ve kad : ve olmuştu
18. ahsene : ahsen, en güzeli, en iyisi
19. bî : bana, benim için
20. iz : o zaman, olduğu zaman
21. ahrece-nî : beni çıkardı
22. min es sicni : zindandan
23. ve câe bi-kum : ve sizi getirdi
24. min el bedvi : çölden
25. min ba'di : sonradan
26. en nezega : arasını açmak
27. eş şeytânu : şeytan
28. beynî : benim aram
29. ve beyne : ve arasında
30. ıhvetî : benim kardeşlerim
31. inne : muhakkak
32. rabbî : benim Rabbim
33. latîfun : lâtiftir, lütuf sahibidir
34. li mâ yeşâu : dilediğine
35. inne-hu : muhakkak ki o
36. huve : o
37. el alîmu : en iyi bilen
38. el hakîmu : hüküm ve hikmet sahibi olan

Diyanet İşleri : Ana babasını tahtın üzerine çıkardı. Hepsi ona (Yûsuf’a) saygı ile eğildiler. Yûsuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra; Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu. Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyde nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Abdulbaki Gölpınarlı : Anasıyla babasını tahta çıkartıp oturttu ve hepsi de ona karşı secdeye kapandılar. Babacığım dedi, evvelce gördüğüm rüya, bu işte, Rabbim onu gerçekleştirdi ve beni zindandan çıkararak lûtfetti bana; Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra da sizi çölden getirdi. Şüphe yok ki Rabbim, dilediği şeyi tedbîr edip lütfuyla meydana getirir; şüphe yok ki o her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.
Adem Uğur : Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."
Ahmed Hulusi : (Yusuf) ana-babasını tahta oturttu. . . Kardeşleri, önünde saygıyla yere kapandılar. . . (Yusuf) dedi ki: "Babacığım. . . İşte bu önceden (gördüğüm) rüyanın (baba = güneş, Anne = Ay, on bir kardeş = on bir gezegen olarak) tevilidir (anlamının gerçeğidir). . . Rabbim onu Hak kıldı (gerçekleştirdi). . . (Rabbim) bana hakikaten ihsanda bulundu. . . Şeytan benimle kardeşlerim arasına fit soktuktan sonra; beni zindandan çıkardı ve sizi de çölden getirdi. . . Muhakkak ki Rabbim dilediğine Latiyf'tir. . . Çünkü O, Aliym'dir, Hakiym'dir. "

16-13 / RA'D - 15
Ve lillâhi yescudu men fis semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve zilâluhum bil guduvvi vel âsâl(âsâli). (SECDE ÂYETİ)-2
1. ve lillâhi (li allâhi) : ve Allah'a
2. yescudu : secde eder
3. men fî es semâvâti : semalarda olanlar
4. ve el ardı : ve yeryüzü
5. tav'an : isteyerek
6. ve kerhen : ve istemeyerek
7. ve zilâlu-hum : ve onların gölgeleri
8. bi el guduvvi : sabahleyin, sabah
9. ve el âsâli : ve akşamleyin, akşam

Diyanet İşleri : Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a boyun eğer.
Abdulbaki Gölpınarlı : Göklerde ve yeryüzünde ne varsa, sabah ve akşam, ister istemez, kendileri de, gölgeleri de Allah'a secde eder.
Adem Uğur : Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.
Ahmed Hulusi : Semâlar ve arzda (madde ötesi ve madde) kim varsa, (Hakiki mutlak varlık Allâh Esmâ'sı), gölgeleri de (isimsel varlıkları), isteyerek yahut zorunlu olarak sabah ve akşam Allâh'a secde ederler (hakikatleri olan Allâh hükmüne mutlak teslimiyet hâlindedirler)! (15. âyet secde âyetidir. )

17-15 / HİCR – 29
Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
1. fe : artık
2. izâ : olduğu zaman
3. sevveytu-hu : onu sevva ettim, dizayn ettim
4. ve nefah-tu : ve üfledim
5. fî-hi : onun içine
6. min rûhî : ruhumdan
7. fe : hemen
8. kaû : yere kapanın (düşün)
9. lehu : ona, onun için
10. sâcidîne : secde edenler

Diyanet İşleri : (28-29) Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.
Abdulbaki Gölpınarlı : Onun yaratılışını tamamlayıp kemâle getirerek ruhumdan ruh üfürünce derhal ona karşı secdeye kapanın.
Adem Uğur : Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!
Ahmed Hulusi : "Onu tesviye edip (beden ve beyini kemâle erdirip), ona Ruhumdan (Esmâ mânâlarımın özelliklerinden) nefhettim (üfledim); (böylece buyurdum) Ona secdeye kapanın (Onun kuvveleri olarak hizmetine girin)!"

18-15 / HİCR - 30
Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
1. fe secede : böylece secde ettiler
2. el melâiketu : melekler
3. kullu-hum : onların hepsi
4. ecmaûne : toplu olarak

Diyanet İşleri : Bunun üzerine bütün melekler saygı ile eğildiler.
Abdulbaki Gölpınarlı : Meleklerin hepsi birden secde ettiler.
Adem Uğur : Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.
Ahmed Hulusi : O meleklerin (kuvvelerin) hepsi, toptan secde ettiler (bir kısım Esmâ kuvveleri beyinle açığa çıkmaya başladı).

19-15 / HİCR - 31
İllâ iblîs(iblîse), ebâ en yekûne meas sâcidîn(sâcidîne).
1. illâ : ancak, yalnız, hariç
2. iblîse : iblis (şeytan)
3. ebâ : kaçındı (direnerek)
4. en yekûne : olmak
5. mea : beraber
6. es sâcidîne : secde edenler

Diyanet İşleri : Ancak İblis, saygı ile eğilenlerle beraber olmaktan kaçındı.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ancak İblis secde etmedi, secde edenlere katılmaktan çekindi.
Adem Uğur : Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.
Ahmed Hulusi : İblis hariç! (O) secde eden (kuvveler) ile beraber olmadı.

20-15 / HİCR - 32
Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne meas sâcidîn(sâcidîne).
1. kâle : dedi
2. yâ iblîsu : ey iblis
3. mâ : niçin, niye
4. leke : sen (sana)
5. ellâ tekûne (en lâ tekûne) : senin olmaman
6. mea : beraber
7. es sâcidîne : secde edenler

Diyanet İşleri : Allah, “Ey İblis! Saygı ile eğilenlerle beraber olmamandaki maksadın ne?” dedi.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ey İblis dedi, sana ne oldu da secde edenlere katılmaktan çekindin?
Adem Uğur : (Allah:) Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.
Ahmed Hulusi : Dedi ki: "Ey İblis! Sana ne oluyor da secde edenlerle beraber olmuyorsun?"

21-15 / HİCR - 33
Kâle lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
1. kâle : dedi
2. lem ekun : ben olmam
3. li escude : secde eden
4. li beşerin : bir beşere
5. halakte-hu : sen onu halkettin, yarattın
6. min salsâlin
(salsâlin) : salsalinden
: (toprağın su ile reaksiyona girme- siyle meydana gelmiş, zamanla sıcakta suyu uçup kurumuş ve içinde havanın dolaşabileceği, sese dönüşebileceği boşluk olan cisim)
7. min hamein : hameinden (organik dönüşüme uğramış olan)
8. mesnûnin : standart (belli) bir şekil verilmiş

Diyanet İşleri : İblis dedi ki: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için saygı ile eğilemem.”
Abdulbaki Gölpınarlı : Kuru, kokmuş, şekil ve sûret verilmiş balçıktan yarattığın insana dedi, ben secde etmem.
Adem Uğur : (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.
Ahmed Hulusi : (İblis) dedi ki: "Kuru balçıktan, değişip dönüşen hücresel yapıdan yarattığın bir beşere secde etmek için var olmadım. "

22-15 / HİCR - 98
Fe sebbih bi hamdi rabbike ve kun mines sâcidîn(sâcidîne).
1. fe : böylece
2. sebbih : tesbih et
3. bi hamdi : hamd ile
4. rabbi-ke : senin Rabbin
5. ve kun : ve ol
6. min es sâcidîne : secde edenlerden

Diyanet İşleri : O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol.
Abdulbaki Gölpınarlı : Artık Rabbine hamd ederek tenzîh et ve secde edenlerden ol.
Adem Uğur : Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!
Ahmed Hulusi : (O hâlde) Rabbinin Hamdi olarak tespih et ve secde (benliğini yok) edenlerden ol!


23-16 / NAHL - 48
E ve lem yerev ilâ mâ halakallâhu min şey’in yetefeyyeu zilâluhu anil yemîni veş şemâili succeden lillâhi ve hum dâhırûn(dâhırûne).
1. e ve lem yerev : ve onlar görmüyorlar mı (görmediler mi)
2. ilâ mâ halaka allâhu : Allah'ın yarattığı şeyi
3. min şey'in : şeylerden
4. mâ ... min şey'in : herhangibir şey
5. yetefeyyeu
(fâe)
(tefeyyee) : bir taraftan bir tarafa meyleder (döner)
: (döndü)
: (döndü, meyletti)
6. zilâlu-hu : onun gölgesi
7. an el yemîni : sağdan
8. ve eş şemâili : ve sol
9. succeden li allâhi : Allah'a secde ederek
10. ve hum : ve onlar (olarak)
11. dâhırûne : zelil ve aşağılık olanlar (küçülenler, tâbî olanlar)

Diyanet İşleri : Allah’ın yarattığı şeyleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri Allah’a secde ederek ve tevazu ile boyun eğerek sağa ve sola dönmektedir.
Abdulbaki Gölpınarlı : Allah'ın halkettiği şeyleri görmezler mi? Hepsinin de gölgesi, sağdan, soldan, alçalarak Allah'a secde etmededir.
Adem Uğur : Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve Allah'a secde ederek sağa sola döner.
Ahmed Hulusi : Allâh'ın yarattığı şeyleri görmediler mi ki, gölgeleri (varlıkları) boyun bükerek, Allâh'a (hakikatleri olan Esmâ'ya) secde eder hâlde, sağdan (hidâyet) ve sollardan (dalâlet) döner durur.


24-16 / NAHL - 49
Ve lillâhi yescudu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı min dâbbetin vel melâiketu ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne). (SECDE ÂYETİ)-3
1. ve li allâhi : ve Allah'a
2. yescudu : secde ederler
3. mâ fî es semâvâti : semalarda olanlar
4. ve mâ fî el ardı : ve yeryüzünde olanlar
5. min dâbbetin : dabbelerden (yürüyen canlılardan)
6. ve el melâiketu : ve melekler
7. ve hum : ve onlar
8. lâ yestekbirûne : büyüklenmezler, kibirlenmezler

25-17 / İSRÂ - 61
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).
1. ve iz kulnâ : ve biz demiştik
2. lil melâiketiscudû : meleklere secde edin
3. li âdeme : Âdem'e
4. fe : o zaman
5. secedû : secde ettiler
6. illâ : ancak, başka, hariç
7. iblîse : iblis
8. kâle : dedi
9. e escudu : ben secde mi edeyim
10. li men halakte : halkettiğin, yarattığın kimseye
11. tînen : tînden, çamurdan

Diyanet İşleri : Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?” demişti.
Abdulbaki Gölpınarlı : Hani bir zaman meleklere, Âdem'e secde edin demiştik de İblis'ten başka hepsi secde etmişti ve o, balçıktan yarattığın mahlûka secde mi edeyim demişti.
Adem Uğur : Meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik. İblis'in dışında hepsi secde ettiler. İblis: "Ben, dedi, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!"
Ahmed Hulusi : Hani (yeryüzü) meleklerine (bedendeki Esmâ kuvvelerine): "Ademî şuura boyun eğin" dedik de İblis hariç, doğal olarak boyun eğip gereğini uyguladılar (bu kuvveler kullanılmaya başlandı). . . (İblis): "Balçık (su + toprak; maddeden oluşmuş beden {dabbe}) olarak yarattığına secde eder miyim?" dedi. (İblis'in insandaki varlığı, insandaki vehim kuvvesidir ki aklın {bilincin} hükmü altına girmeyen kuvvedir; "var"ı yok, "yok"u var kabul ettirir. A. Ciylî)

26-17 / İSRÂ - 107
Kul âminû bihî ev lâ tu’minû, innellezîne ûtul ilme min kablihî izâ yutlâ aleyhim yahırrûne lil ezkâni succeden. (succedâ)- (SECDE ÂYETİ)- 4
1. kul : de
2. âminû : inanın (inandılar)
3. bi-hi : ona
4. ev : veya
5. lâ tu'minû : inanmayın
6. inne ellezîne : muhakkak onlar, o kimseler
7. ûtu : verildi
8. el ilme : ilim
9. min kabli-hi : ondan önce
10. izâ yutlâ : okunduğu zaman
11. aleyhim : onlara
12. yahırrûne : kapanırlar
13. li el ezkâni : çenelerine (çeneleri üstüne)
14. succeden : secde ederek

Diyanet İşleri : De ki: “Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.”
Abdulbaki Gölpınarlı : De ki: İster inanın, ister inanmayın; bundan önce kendilerine bilgi verilenlere okundu mu onlar, yüzüstü kapanıp secde ediyorlar
Adem Uğur : De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.
Ahmed Hulusi : De ki: "İster iman edin Ona, ister iman etmeyin! Ondan önce kendilerine ilim verilmiş olanlara gelince, (Kur'ân) onlara okunulduğu zaman, saygıyla yere kapanırlar. " (107. âyet secde âyetidir. )

27-17 / İSRÂ - 109
Ve yahırrûne lil ezkâni yebkûne ve yezîduhum huşûâ(huşûan).
1. ve yahırrûne : ve kapanıyorlar, kapanırlar
2. li el ezkâni : çenelerine (çeneleri üstüne)
3. yebkûne : ağlıyorlar, ağlarlar
4. ve yezîdu-hum : ve onların artıyor
5. huşûan : huşû

Diyanet İşleri : Onlar ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Bu da onların derin saygısını artırır.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ağlaya ağlaya yüzüstü yere kapanıyorlar ve Kur'ân'ı dinleyiş onların gönül alçaklığını ve itâatlerini arttırıyor.
Adem Uğur : Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kur'an okumak) onların saygısını artırır.
Ahmed Hulusi : Ağlayarak yüzüstü kapanırlar. (Kurân'ın okunuşu) onların HUŞÛsunu artırır!
Ahmet Tekin : Onlar Allah korkusundan ağlayarak, sübhânallahi ve bihamdihî diyerek yüzüstü yere, secdeye kapanırlar. Kur’ân’ı dinlemek, onların teslimiyetlerini, saygılarını, tam bir samimiyetle Allah’a kulluk ve itaat anlayışlarını artırır.




28-18 / KEHF - 50
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
1. ve iz : ve olmuştu
2. kulnâ : biz dedik
3. li el melâiketi : meleklere
4. uscudû : secde edin
5. li âdeme : Âdem'e
6. fe secedû : hemen secde ettiler
7. illâ iblîse : iblis dışında, iblis hariç
8. kâne : oldu, idi
9. min el cinni : cinlerden
10. fe feseka : böylece fıska düştü, itaat etmedi, isyan etti
11. an emri : emrinden
12. rabbi-hî : onun Rabbi
13. e fe tettehızûne-hu : hâlâ onu ediniyor musunuz
14. ve zurriyyete-hû : ve onun zürriyetini, neslini
15. evliyâe : dostlar
16. min dû-nî : benden başka
17. ve hum : ve onlar
18. lekum : size, sizin için
19. aduvvun : düşmandır
20. bi'se : ne kötü
21. liz zâlimîne (li ez zâlimîne) : zalimler için
22. bedelen : bedel, karşılık

Diyanet İşleri : Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
Abdulbaki Gölpınarlı : An o zamânı hani biz meleklere, secde edin Âdem'e demiştik de İblis'ten başka hepsi secde etmişti, o, cin cinsindendi de Rabbinin emrinden çıkmıştı. Beni bırakıp da onu ve soyunu, dost mu ediniyorsunuz, halbuki onlar, size düşmandır; Allah'ı bırakıp Şeytanı dost edinmek, zâlimler için ne de kötü bir değişme muâmelesidir bu.
Adem Uğur : Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!
Ahmed Hulusi : Hani biz meleklere "Secde edin Adem'e" dedik de İblis hariç hepsi hemen secde ettiler! İblis CİNN (türünden)dendi; (bu nedenle) Rabbinin hükmüne (hakikat ilmi yoktu {Cin türünde hakikat ilmi ve kader sistemi bilgisi yoktur - RUH İNSAN CİN Kitabı. A. H. }) uymadı! O hâlde siz, beni bırakıp onu (iblis'i) ve neslini mi dostlar ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin düşmanınızdır! Zâlimler için ne kötü bir dost seçimi oldu!

29-19 / MERYEM - 58
Ulâikellezîne en’amallâhu aleyhim minen nebiyyîne min zurriyyeti âdeme ve mimmen hamelnâ mea nûhin ve min zurriyyeti ibrâhîme ve isrâîle ve mimmen hedeynâ vectebeynâ, izâ tutlâ aleyhim âyâtur rahmâni harrû succeden ve bukiyyâ(bukiyyen). (SECDE ÂYETİ)-5
1. ulâike : İşte onlar
2. ellezîne : onlar ki
3. en'ame allâhu : Allah ni'metlendirdi
4. aleyhim : onları
5. min en nebiyyîne : nebî (peygamber)lerden
6. min zurriyyeti : zürriyyetinden, neslinden
7. âdeme : Âdem
8. ve mimmen (min men) : ve kimselerden, kişilerden
9. hamelnâ : taşıdık
10. mea : beraber
11. nûhin : Nuh
12. ve min zurriyyeti : ve zürriyyetinden, neslinden
13. ibrâhîme : İbrâhîm
14. ve isrâîle : ve İsrail
15. ve mimmen : ve kimselerden, kişilerden
16. hedeynâ : hidayete erdirdik
17. vectebeynâ : ve seçtik
18. izâ tutlâ : okunduğu zaman
19. aleyhim : onlara
20. âyâtu er rahmâni : Rahmân'ın âyetleri
21. harrû : yere kapandılar
22. succeden : secde ederek
23. ve bukiyyen : ve ağlayarak

Diyanet İşleri : İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Abdulbaki Gölpınarlı : İşte bunlar, Âdem soyundan, Nûh'la berâber gemiye yüklediklerimizin soylarından, İbrâhim'in ve İsrâil'in soylarından gelen ve Allah tarafından kendilerine nîmetler ihsân edilen peygamberlerdendir, doğru yola sevk ettiğimiz ve seçtiğimiz kişilerdendir. Rahmânın âyetleri, onlara okundu mu ağlaya ağlaya hemen secdeye kapanırlardı.
Adem Uğur : İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail (Ya'kub) 'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Ahmed Hulusi : İşte bunlar, Allâh'ın kendilerine in'amda bulunduğu Nebilerden, Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in (Yakup) zürriyetinden hakikate erdirdiğimiz ve (ezelden) seçtiğimiz kimselerdir. Onlara Rahman'ın varlığının delilleri okunduğu zaman (yakînî müşahede ile) secde ederler ve ağlarlar. (58. âyet secde âyetidir. )

30-20 / TÂHÂ - 70
Fe ulkıyes seharatu succeden kâlû âmennâ bi rabbi hârûne ve mûsâ.
1. fe : böylece, bunun üzerine
2. ulkıye : atıldılar, yere kapandılar
3. es seharatu : sihirbazlar
4. succeden : secde ederek
5. kâlû : dediler
6. âmennâ : biz îmân ettik
7. bi rabbi : Rabbine
8. hârûne : Harun
9. ve mûsâ : ve Musa

Diyanet İşleri : (Mûsâ’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler.
Abdulbaki Gölpınarlı : Sonunda büyücüler secde ederek yere kapandılar ve inandık dediler, Hârûn'la Mûsâ'nın Rabbine.
Adem Uğur : Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" dediler.
Ahmed Hulusi : Bu sebeple sihirbazlar, önünde yere kapandılar. . . "Harun ve Musa'nın Rabbine (B işareti kapsamında) iman ettik" dediler.

31-20 / TÂHÂ - 116
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ.
1. ve iz kulnâ : ve demiştik
2. li el melâiketi : meleklere
3. uscudû : secde edin
4. li âdeme : Âdem'e
5. fe : o zaman, hemen
6. secedû : secde ettiler
7. illâ : hariç, den başka
8. iblîse : iblis
9. ebâ : direndi, yapmadı

Diyanet İşleri : Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de, İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı.
Abdulbaki Gölpınarlı : Hani, meleklere demiştik ki: Âdem'e secde edin, onlar da secde etmişlerdi, yalnız İblis secde etmekten çekinmişti.
Adem Uğur : Bir zaman biz meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik. Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti.
Ahmed Hulusi : Hani biz meleklere (arz kuvvelerine) "Secde edin Adem'e (şuur varlığa)" demiştik de, İblis hariç, (hepsi) hemen secde ettiler. . . (İblis) kaçınmıştı!

32-22 / HACC - 18
E lem tera ennallâhe yescudu lehu men fis semâvâti ve men fîl ardı veş şemsu vel kameru ven nucûmu vel cibâlu veş şeceru ved devabbu ve kesîrun minen nâs(nâsi), ve kesîrun hakka aleyhil azâb(azâbu), ve men yuhinillâhu fe mâ lehu min mukrim(mukrimin), innallâhe yef’alu mâ yeşâ’(yeşâu).(SECDE ÂYETİ)-6
1. e lem tera : görmedin mi (görmüyor musun)
2. enne allâhe : muhakkak Allah
3. yescudu : secde ederler, ediyorlar
4. lehu : onun için
5. men : kim, kimse
6. fî es semâvâti : semalarda
7. ve men fî el ardı : ve yeryüzünde
8. ve eş şemsu : ve güneş
9. ve el kameru : ve ay
10. ve en nucûmu : ve yıldızlar
11. ve el cibâlu : ve dağlar
12. ve eş şeceru : ve ağaçlar
13. ve ed devabbu : ve (yürüyen) hayvanlar
14. ve kesîrun : ve çoğu
15. min en nâsi : insanlardan
16. ve kesîrun : ve çoğu
17. hakka : haketti, hak oldu
18. aleyhi : onların üzerine
19. el azâbu : azap
20. ve men : ve kim, kimse
21. yuhinillâhu (vehene) : Allah zayıf düşürür (alçaltır) (zayıf düşürdü)
22. fe : böylece
23. mâ : yoktur
24. lehu : onun için
25. min mukrimin : (ikram edenlerden) bir ikram eden
26. inne allâhe : muhakkak Allah
27. yef'alu : yapar
28. mâ yeşâu : dilediği şeyi

Diyanet İşleri : Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah, kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
Abdulbaki Gölpınarlı : Görmez misin, Allah, şüphe yok, öyle bir mâbut ki ona secde eder ne varsa göklerde ve ne varsa yeryüzünde ve güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaç, hayvanlar ve insanların çoğu ve çoğu da azâbı hak etmiştir ve Allah, kimi hor kılarsa onu kutluluğa ulaştırıp ona lütuf ve ihsânda bulunan hiçbir kimse bulunamaz; şüphe yok ki Allah, dilediğini yapar.
Adem Uğur : Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor; birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.
Ahmed Hulusi : Görmedin mi ki Allâh (O'dur ki), semâlarda kim varsa ve arzda kim varsa; Güneş, Ay, Yıldızlar, Dağlar, Ağaçlar, Dabbeler (yürür canlılar) ve insanlardan birçoğu O'na secde etmede! Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. . . Allâh kimi hor-hakir kılarsa, artık onu yüceltecek yoktur. . . Muhakkak ki Allâh dilediğini yapar. (18. âyet secde âyetidir. )

33-22 / HACC – 26
Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti en lâ tuşrik bî şey’en ve tahhir beytiye lit tâifîne vel kâimîne ver rukkais sucûd(sucûdi).
1. ve iz bevve'nâ : ve indirdiğimiz (gösterdiğimiz) zaman
2. li ibrâhîme : İbrâhîm'e
3. mekâne el beyti : evin mekânı, Kâbe'nin yeri
4. en lâ tuşrik : senin şirk koşmaman
5. bî : bana
6. şey'en : bir şey
7. ve tahhir : ve temizle, temiz tut
8. beytiye : benim evimi
9. li et tâifîne : tavaf edenler için
10. ve el kâimîne : ve kaim olanlar, ayakta duranlar
11. ve er rukkai : ve rükû edenler
12. es sucûdi : secde edenler

Diyanet İşleri : Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik.
Abdulbaki Gölpınarlı : An o zamanı ki hani biz İbrâhim'e, bana hiçbir şeyi şerik tutma ve tavâf edenlere, namaz kılanlara, rükû edenlere, secde kılanlara tertemiz tut evimi diye Beyt'in yerini göstermiştik.
Adem Uğur : Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.
Ahmed Hulusi : Hani biz İbrahim'e Beyt'in mekânını hazırlamıştık da: "Bana bir şeyi ortak koşma! Beytimi, tavaf edenler, (benlikleriyle) ayakta yönelenler ve secde (benliksiz) ile rükû edenler (boyun eğenler) için arındır!"

34-22 / HACC - 77
Yâ eyyuhellezîne âmenûrkeû vescudû va’budû rabbekum vef’alûl hayre leallekum tuflihûn(tuflihûne). (Secde Ayeti)-?
1. yâ eyyuhâ ellezîne : ey o kimseler
2. âmenûrkeû (âmenû irkeû) : âmenû olanlar, rükû edin
3. vescudû (ve uscudû) : ve secde edin
4. va'budû (ve u'budû) : ve kulluk edin
5. rabbe-kum : sizin Rabbiniz
6. vef'alûl hayre(ve if'alû el hayre) : ve hayır işleyin
7. leallekum : umulur ki böylece siz
8. tuflihûne : felâha eresiniz

Diyanet İşleri : Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ey inananlar, rükû edin, secde edin, kulluk edin Rabbinize ve hayır işleyin de kurtulun, erin muradınıza.
Adem Uğur : Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.
Ahmed Hulusi : Ey iman edenler! Rükû edin (her an her zerrede hükümranlığını fark ederek eğilin); secde edin (indînde "ben"liğinizin "yok"luğunu hissedin), Rabbinize kullukta olduğunuzu kavrayın; hayır (Hakkanî fiil) işleyin ki kurtulasınız!

35-25 / FURKÂN - 60
Ve izâ kîle lehumuscudû lir rahmâni kâlû ve mer rahmânu e nescudu li mâ te’murunâ ve zâdehum nufûrâ(nufûren). (SECDE ÂYETİ)-7
1. ve izâ : ve olduğu zaman
2. kîle : dendi
3. lehum : onlara
4. uscudû : secde edin
5. li er rahmâni : Rahmân'a
6. kâlû : dediler
7. ve mâ er rahmânu : ve Rahmân nedir
8. e nescudu : secde mi edelim
9. li : ...e
10. mâ te'muru-nâ : bize emrettiğin şey
11. ve zâde-hum : ve onlara arttırdı
12. nufûren : nefret

Diyanet İşleri : Onlara, “Rahmân’a secdeye kapanın denildiğinde “Rahmân da nedir? Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?” derler ve bu onların nefretini artırır.
Abdulbaki Gölpınarlı : Onlara, secde edin rahmâna dendi mi, rahmân da nedir ki derler, bize emrettiğine mi secde edeceğiz? Ve bu, ancak uzaklaşmalarını arttırır.
Adem Uğur : Onlara: Rahmân'a secde edin! denildiği zaman: "Rahmân da neymiş! Bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç!" derler ve bu emir onların nefretini arttırır.
Ahmed Hulusi : Onlara: "Rahman'a secde edin (Esmâ hakikatiniz indîndeki "yok"luğunuzu hissedin)" denildiğinde: "Rahman da nedir? Bize emrettiğine secde eder miyiz hiç?" dediler. . . (Bu teklifin) onların nefretini daha da artırdı. (60. âyet secde âyetidir. )

36-25 / FURKÂN - 64
Vellezîne yebîtûne li rabbihim succeden ve kıyâmâ(kıyâmen).
1. ve ellezîne : ve onlar
2. yebîtûne : geceyi geçirirler
3. li rabbi-him : Rab'leri için, Rab'lerine
4. succeden : secde ederek
5. ve kıyâmen : ve kıyam ederek, ayakta durarak

Diyanet İşleri : Onlar, Rabblerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve öyle kişilerdir onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek, onun tapısında kıyamda bulunarak geçirirler.
Adem Uğur : Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.
Ahmed Hulusi : Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek ("yok"luklarının farkındalığıyla) ve kıyamda (varlıklarında kâim olan Kayyum'un müşahedesinde) geçirirler.

37- 26 / ŞUARÂ - 46
Fe ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
1. fe : o zaman, hemen
2. ulkıye : atıldılar, (yere) kapandılar
3. es seharatu : sihirbazlar
4. sâcidîne : secde edenler, secde ederek

Diyanet İşleri : Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
Abdulbaki Gölpınarlı : Büyücüler, derhal secdeye kapandılar.
Adem Uğur : (Bunu görünce) sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
Ahmed Hulusi : Bunu gören sihirbazlar, yere kapandılar Musa önünde!

38-26 / ŞUARÂ - 219
Ve tekallubeke fîs sâcidîn(sâcidîne).
1. ve tekallube-ke : ve senin dönmen
2. fî : içinde, arasında
3. es sâcidîne : secde edenler

Diyanet İşleri : (217-219) Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah’a tevekkül et.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve secde edenler arasında secde edişini de görür.
Adem Uğur : Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor).
Ahmed Hulusi : Secde edenler içinde yer aldığını da!

39-27 / NEML - 24
Vecedtuhâ ve kavmehâ yescudûne liş şemsi min dûnillâhi ve zeyyene lehümuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli fe hum lâ yehtedûn(yehtedûne).
1. vecedtu-hâ : onu buldum
2. ve kavme-hâ : ve onun kavmi
3. yescudûne : secde ediyorlar
4. li eş şemsi : güneşe
5. min dûnillâhi : Allah'tan başka, Allah'ın yerine
6. ve zeyyene : ve süsledi
7. lehum : onlara
8. eş şeytânu : şeytan
9. a'mâle-hum : onların amelleri, yaptıkları
10. fe : böylece, bu sebeple
11. sadde-hum : onları men etti, alıkoydu
12. an es sebîli : yoldan
13. fe : böylece, bu sebeple
14. hum : onlar
15. lâ yehtedûne : hidayete ermiyorlar, eremiyorlar, hidayette değiller



Diyanet İşleri : “Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan, onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de onlar doğru yolu bulamıyorlar.”
Abdulbaki Gölpınarlı : Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp güneşe secde eder buldum ve Şeytan, yaptıklarını bezemiş de yoldan çıkarmış onları ve onlar, doğru yolu bulamıyorlar.
Adem Uğur : Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.
Ahmed Hulusi : "Onu ve kavmini, Allâh dûnundaki Güneş'e tapınırlarken buldum. . . Şeytan kendilerine yaptıklarını süslü - doğru - güzel göstermiş de onları (doğru) yoldan alıkoymuş! Bu yüzden onlar hakikat yolunu bulamazlar. "

40-27 / NEML - 25
Ellâ yescudû lillâhillezî yuhriculhab’e fîs semâvâti vel ardı ve ya’lemu mâ tuhfûne ve mâ tu’linûn(tu’linûne). (SECDE)-8
1. ellâ yescudû : nasıl secde etmezler
2. li : için
3. allâhi : Allah
4. ellezî (lillâhillezî) (li allâhi ellezî) : ki o
5. yuhricu : çıkarır
6. el hab'e : gizli olan, saklı olan
7. fî es semâvâti : semalarda, göklerde
8. ve el ardı : ve yeryüzünde, yerde
9. ve ya'lemu : ve bilir
10. mâ tuhfûne : sizin sakladığınız şeyi
11. ve mâ tu'linûne : ve açıkladığınız şeyi

Diyanet İşleri : “Göklerde ve yerde gizli olanı ortaya çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri bilen Allah’a secde etmesinler diye (şeytan onları yoldan çıkarmış.)”
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve bunu da, göklerde ve yeryüzünde gizli olan şeyleri meydana çıkaran ve neyi gizliyorlar, neyi açığa vuruyorlarsa hepsini bilen Allah'a secde etmemek için yapıyorlar.
Adem Uğur : (Şeytan böyle yapmış ki) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler.
Ahmed Hulusi : "Semâlarda ve arzda gizli ne varsa ortaya çıkaran; gizlediğinizi ve açığa çıkardığınızı bilen Allâh'a secde etmemeleri için (vehimleri onları kandırmıştı). " (25. âyet secde âyetidir. )

41-32 / SECDE - 15
İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne). (SECDE)-9
1. innemâ : fakat, sadece, ancak
2. yu'minu : mü'min olurlar, inanırlar, îmân ederler
3. bi âyâti-na : âyetlerimize
4. ellezîne : o kimseler, onlar
5. izâ : o zaman
6. zukkirû : zikredildiler
7. bihâ : ona
8. harrû : yere kapandılar
9. succeden : secde ederek
10. ve sebbe-hû : ve onu tesbih ettiler
11. bi hamdi : hamd ile
12. rabbi-him : onların Rabbi, Rab'leri
13. ve hum : ve onlar
14. lâ yestekbirûne : büyüklük taslamazlar, kibirlenmezler

42-38 / SÂD - 24
Kâle lekad zalemeke bi suâli na’cetike ilâ niâcih(niâcihî), ve inne kesîren minel huletâi le yebgî ba’duhum alâ ba’dın illellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve kalîlun mâ hum, ve zanne dâvûdu ennemâ fetennâhu festagfere rabbehu ve harre râkian ve enâb(enâbe). (SECDE ÂYETİ)(10)
1. bi suâli : istemekle, isteyerek
2. na'ceti-ke : senin koyunun
3. ilâ niâci-hi : onun (kendi) koyunlarına
4. ve inne : ve gerçekten, muhakkak
5. kesîren : çok
6. min : den
7. el huletâi : ortaklar
8. le : gerçekten, muhakkak ki
9. yebgî : haksızlık ediyor, hakka tecavüz ediyor
10. ba'du-hum alâ ba'dın : birbirlerine
11. illellezîne (illâ ellezîne) : o kimseler hariç
12. âmenû : âmenû oldular (Allah'a ulaşmayı dilediler)
13. ve amilûs sâlihâti : ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaptılar
14. ve kalîlun : ve az
15. mâ : ne kadar
16. hum : onlar
17. ve zanne : ve zannetti
18. dâvûdu : Davut
19. ennemâ : olduğunu
20. fetennâ-hu : onu imtihan ettik
21. fe : bunun üzerine
22. istagfere : mağfiret istedi
23. rabbe-hu : onun Rabbi, Rabbine
24. ve harre : ve secdeye kapandı
25. râkian : rükû ederek, huşû ile eğilerek
26. ve enâbe : ve yöneldi, (hitaben Allah'a ulaştı)

Diyanet İşleri : Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.
Abdulbaki Gölpınarlı : Dedi ki: Senin dişi koyununu, kendi koyunlarına katmayı istemekle gerçekten de zulmetmiş sana ve şüphesiz ki ortakların çoğu, birbirinin hakkına tecâvüz eder, ancak inanan ve iyi işlerde bulunanlar müstesnâ ve fakat bunlar da pek azdır ve Dâvûd, biz, kendisini sınadık sandı da Rabbinden yarlıganma diledi ve eğilerek yere kapandı ve Rabbine döndü.
Adem Uğur : Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi.
Ahmed Hulusi : (Davud) dedi ki: "Yemin olsun ki senin bir tek koyununu kendi koyunlarına katmakla sana zulmetmiş. . . Muhakkak ki çok yakın olanların birçoğu, birbirlerinin benzeri davranışlarda bulunurlar. . . Ancak iman edip imanın gereğini uygulayanlar böyle değildir. . . Fakat onlar da ne kadar azdır!" Davud kendisini imtihan ettiğimizi zannetti; bundan dolayı Rabbinden mağfiret diledi ve boyun eğerek yere kapandı ve O'na yöneldi! (24. âyet secde âyetidir. )

43-38 / SÂD - 72
Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
1. fe : böylece, artık
2. izâ : olduğu zaman
3. sevveytu-hu : onu sevva ettim, düzenledim
4. ve nefahtu : ve üfledim
5. fî-hi : onun içine
6. min rûhî : ruhumdan
7. fe : hemen, derhal
8. kaû : (yere) kapanın
9. lehu : ona, onun için
10. sâcidîne : secde edenler

Diyanet İşleri : “Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin.”
Abdulbaki Gölpınarlı : Onu tamamlayınca ve ona, rûhumdan üfürünce karşısında yerlere kapanıp secde etmişlerdi.
Adem Uğur : Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!
Ahmed Hulusi : "Onu tesviye edip (beynini oluşturup), o yapının içinden Ruhum'dan (Esmâ mânâlarımdan) nefhettiğimde (açığa çıkardığımda {nefh yani üflemek, içten dışa şeklinde olur daima. A. H. }) Ona secdeye kapanın (hükümranlığını - tasarrufunu kabul edin)!"

44-38 / SÂD - 73
Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne).
1. fe : böylece, artık, bunun üzerine
2. secede : secde etti
3. el melâiketu : melekler
4. kullu-hum : onların hepsi
5. ecmaûne : topluca, birarada

Diyanet İşleri : Derken bütün melekler topluca saygı ile eğildiler.
Abdulbaki Gölpınarlı : Meleklerin hepsi birden secde etmişti.
Adem Uğur : Bütün melekler toptan secde ettiler.
Ahmed Hulusi : O Meleklerin hepsi, toptan secde ettiler.

45-38 / SÂD - 75
Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne).
1. kâle : dedi
2. yâ : ey
3. iblîsu : iblis
4. mâ : nedir
5. menea-ke : seni men etti
6. en tescude : secde etmek
7. li mâ : şeye
8. halaktu : ben yarattım
9. bi yedeyye : elimle, kudretimle
10. estekberte : sen kibirlendin
11. em : yoksa
12. kunte : sen oldun
13. min : dan
14. el âlîne : âlî olanlar, yüce olanlar

Diyanet İşleri : Allah, “Ey İblis! Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?” dedi.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ey İblis demişti, kudret ellerimle yarattığıma, ne mâni oldu da secde etmedin? Ululuk mu satmadasın, yoksa yücelerden misin sen?
Adem Uğur : Allah! Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi.
Ahmed Hulusi : Buyurdu: "Ey İblis (ikileme düşen)! İki Elim (ilim ve kudret) ile yarattığıma secde etmene ne mâni oldu? Benliğin mi engel oldu, yoksa Alûn'dan (Adem'e secdesi söz konusu olmayan yüce kuvvelerden {meleklerden}) mi olduğunu sandın?"

46-39 / ZUMER – 9
Em men huve kânitun ânâel leyli sâciden ve kâimen yahzerul âhırete ve yercû rahmete rabbih(rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulûl elbâb(elbâbi).
1. em : yoksa, veya
2. men : kimse, kişi
3. huve : o
4. kânitun : kanitun olan (saygıyla Allah'ın huzurunda duran)
5. ânâe : vakit, saat
6. el leyli : gece
7. sâciden : secde eden
8. ve kâimen : ve kıyamda duran, ayakta duran
9. yahzeru : sakınır, çekinir, korkar
10. el âhirete : ahiret
11. ve yercû : ve diler
12. rahmete : rahmet
13. rabbi-hi : onun Rabbi
14. kul : de, söyle
15. hel : mı
16. yestevî : müsavi olur, eşit olur
17. ellezîne : kimseler, onlar
18. ya'lemûne : biliyorlar, bilirler
19. ve ellezîne : ve kimseler
20. lâ ya'lemûne : bilmiyorlar, bilmezler
21. innemâ : ancak, sadece, ama
22. yetezekkeru : tezekkür ederler
23. ulû el elbâbi : ulûl'elbab, daimî zikir sahipleri

Diyanet İşleri : (Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde, secde hâlinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak itaat ve kulluk eden mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.
Abdulbaki Gölpınarlı : Hiç o, âhiretten sakınarak ve Rabbinin rahmetini umarak geceleri secde eden, kıyamda bulunan ve böylece itâat ve ibâdet eden kişiye benzer mi? De ki: Eşit olur mu bilenlerle bilmeyenler? Bunu ancak aklı başında olanlar düşünür, bundan ancak onlar öğüt alır.
Adem Uğur : Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.
Ahmed Hulusi : (Böylesi mi) yoksa gecenin bir kısmında kalkıp secdeyi yaşayan ve (Kayyum'un varlığıyla) kaîm olarak, sonsuz geleceğin gereklerine hazırlanan; Rabbinin (hakikatindeki Esmâ kuvvelerinin) Rahmetini (çeşitli özelliklerini açığa çıkarmayı) uman mı? De ki: "Hiç bilenler ile bilmeyenler eşit olur mu? Sadece derin düşünebilen akıl sahipleri bunu anlayabilir. "

47-41 / FUSSİLET - 37
Ve min âyâtihil leylu ven nehâru veş şemsu vel kamer(kameru), lâ tescudû liş şemsi ve lâ lil kameri vescudû lillâhillezî halakahunne in kuntum iyyâhu ta’budûn(ta’budûne). (SECDE ÂYETİ)-11
1. ve min : ve den
2. âyâti-hi : onun âyetleri
3. el leylu : gece
4. ve en nehâru : ve gündüz
5. ve eş şemsu : ve güneş
6. ve el kameru : ve ay
7. lâ tescudû : secde etmeyin
8. li eş şemsi : güneşe
9. ve lâ : ve değil
10. li el kameri : aya
11. vescudû : ve secde edin
12. li allâhi : Allah'a
13. ellezî : ki o
14. halaka-hunne : onları (ikisini) yarattı
15. in : eğer
16. kuntum : siz oldunuz
17. iyyâ-hu : yalnız, sadece ona
18. ta'budûne : kul olursunuz

Diyanet İşleri : Gece, gündüz, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve onun delillerindendir gece ve gündüz ve güneş ve ay; secde etmeyin ne güneşe, ne de aya ve secde edin, onları yaratan Allah'a, yalnız ona kulluk ediyorsanız.
Adem Uğur : Gece ve gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Eğer Allah'a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin!
Ahmed Hulusi : Gece (Bâtın - içsellik) ve gündüz (zahir - dışsallık), Güneş (akıl) ve Ay (duygusallık) O'nun işaretlerindendir! Güneş'e de Ay'a da secde etmeyin (tapınmayın); onları yaratmış olan Allâh için secde edin (Esmâ boyutunun ilhamı olan sezgilerinize kulak verin. Çünkü daima işin doğrusunun ne olduğunu size söyleyecek bir ses vardır içinizde, bir şey yapmadan önce); şayet O'na kulluğunuzun bilincine ermişseniz! (37. âyet secde âyetidir. )

48-48 / FETİH - 29
Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alel kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrece şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).
1. muhammedun : Hz. Muhammed (S.A.V)
2. resûlu allâhi : Allah'ın resûlü
3. ve ellezîne : ve onlar, olanlar
4. mea-hu : onunla beraber
5. eşiddâu : daha şiddetli, çok şiddetli
6. alâ : ... a
7. kuffâri : kâfirler, inkârcılar
8. ruhamâu : çok merhametli
9. beyne-hum : kendi aralarında
10. terâ-hum : onları görürsün
11. rukkean : rükû halinde, rükû ederlerken
12. succeden : secde halinde, secde ederlerken
13. yebtegûne : isterler
14. fadlen : fazıl
15. min : den
16. allâhi : Allah
17. ve : ve
18. rıdvânen : rıza
19. sîmâ-hum : onların nişaneleri, alâmetleri
20. fî vucûhi-him : onların yüzlerinde (yüzlerinde var olan, yüzlerindeki)
21. min : den
22. eseru : eserler, izler
23. sucûdi : secdeler
24. zâlike : bu, işte bu
25. meselu-hum : onların örneği, durumu, özelliği
26. fî et tevrâti : Tevrat'ta
27. ve : ve
28. meselu-hum : onların örneği, durumu, özelliği
29. fi el incîli : İncil'de
30. ke : gibi
31. zer'in : ekin
32. ahrece : çıkardı
33. şat'e-hu : onun filizi, filizini
34. fe : sonra, böylece
35. âzere-hu : onu kuvvetlendirdi
36. fe : sonra, böylece
37. istagleza : galiz hale getirdi, kalınlaştırdı
38. fe : sonra, böylece
39. istevâ : sevva oldu, yöneldi, doğruldu, yükseldi
40. alâ : üzerinde
41. sûkı-hî : kendi gövdesi
42. yu'cibu : hoşuna gider
43. ez zurrâa : ekinciler, çiftçiler
44. li yagîza : öfkelendirmek için
45. bi him : onunla
46. el kuffâr(kuffâra) : kâfirler
47. vaada allâhu : Allah vaadetti
48. ellezîne : onlar
49. âmenû : âmenû oldular, Allah'a ulaşmayı dilediler
50. ve : ve
51. amilû es sâlihâti : salih amel (nefs tezkiye edici amel) işlediler
52. min-hum : onlardan
53. magfireten : mağfiret
54. ve : ve
55. ecren : bir ecir
56. azîmen : büyük


Diyanet İşleri : Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.
Abdulbaki Gölpınarlı : Muhammed, Allah'ın peygamberidir ve onunla berâber bulunanlar, kâfirlere karşı çetindirler, kendi aralarında merhametli, onları görürsün ki rükû etmekteler, secdeye kapanmaktalar Allah'tan lütuf ve ihsân ve râzılık dileyerek; yüzlerinde, secde eserinin alâmetleri görünmededir ve onların bu vasıfları, Tevrat'ta da vardır ve onlara âit bu vasıflar, İncil'de de var; âdetâ ekilmiş bir tâneye benzer ki filiz vermiştir, derken filizi kuvvetlenmiştir, derken kalınlaşmıştır da dümdüz boy vermiştir, gövdelerine dayanıp yücelmiştir; ekincileri şaşırtır, sevindirir, kâfirleri, bununla kızdırıp yerindirmek için. Allah, inananlara ve iyi işlerde bulunanlara yarlıganma ve pek büyük bir mükâfat vaad etmiştir.
Adem Uğur : Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.
Ahmed Hulusi : MUHAMMED, Rasûlullâh'tır! O'nunla beraber bulunanlar, küffara (gerçeği reddedenlere) karşı sert, kendi aralarında çok merhametlidirler. . . Onları rükû eder (varlıkta her an tedbir edenin Allâh Esmâ'sı olduğunu müşahedesinin haşyeti, tâzimi içinde), secde eder (varlığın yalnızca Esmâ özelliklerinden ibaret olarak kendilerine özgü bağımsız vücutları olmadığının müşahedesiyle "yok"luklarını hisseder) ve Allâh'tan fazl (lütfu - Esmâ kuvvelerinin farkındalığı) ve RIDVAN (Hakikatinin farkındalığıyla bunun sonuçlarını kuvveden fiile çıkarma özelliği) ister hâlde görürsün. . . Sîmalarına gelince, vechlerinde (şuurlarında "yok"luklarının idrakı olan) secde eseri vardır! Bu onların Tevrat'taki (nefse dönük hükümler) misal yollu anlatımlarıdır. . . İncil'deki (teşbihî) temsillerine gelince: Bir ekin ki filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış da gövdesi üzerine doğrulmuştur; ekincilerin hoşuna gider. . . Böyle yapar ki, onlarla (Esmâ'sıyla açığa çıkardığı) küffarı (gerçeği reddedenleri) öfkelendirsin! Allâh onlardan iman edip bunun gereğini uygulayanlara mağfiret ve çok büyük karşılığını yaşatmayı vadetmiştir.


49-50 / KAF - 40

Ve minel leyli fe sebbihhu ve edbâres sucûdi.
1. ve min el leyli : ve geceden bir kısım, gecenin bir bölümü
2. fe sebbih-hu : artık onu tesbih et
3. ve edbâre : ve arkasından
4. es sucûdi : secdeler

Diyanet İşleri : Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından da O’nu tespih et.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve geceleyin ve secdelerden sonra.
Adem Uğur : Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da O'nu tesbih et.
Ahmed Hulusi : Gecede O'nu tespih et, secdelerin ardından da!

50-53 / NECM - 62
Fescudû lillâhi va’budû. (SECDE ÂYETİ)-12
1. fe : artık
2. uscudû : secde edin
3. li allâhi : Allah için, Allah'a
4. ve u'budû : ve kul olun

Diyanet İşleri : Haydi Allah’a secde edin ve O’na kulluk edin.
Abdulbaki Gölpınarlı : Artık secde edin Allah'a ve kullukta bulunun.
Adem Uğur : Haydi Allah'a secde edip O'na kulluk edin!
Ahmed Hulusi : Secde edin (Esmâ'sıyla hakikatınız olan) Allâh'a (indîndeki "yok"luğunuzu fark edin) ve kulluğunuza devam edin. (62. âyet secde âyetidir. )

51- 55 / RAHMÂN - 6
Ven necmu veş şeceru yescudân(yescudâni).
1. ve en necmu : ve yıldız(lar)
2. ve eş şeceru : ve ağaç (lar)
3. yescudâni : ikisi secde eder

Diyanet İşleri : Otlar ve ağaçlar (Allah’a) boyun eğerler.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve gövdesiz bitki ve gövdeli ağaç secde eder.
Adem Uğur : Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.
Ahmed Hulusi : Necm (yıldız - fikirler) ve ağaç (beden) secdededirler (Esmâ indînde "yokluk" hâlindedirler).

52- 68 / KALEM - 42
Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne).

1. yevme : gün
2. yukşefu : açılır, açığa çıkar (sırlar) giderilir
3. an sâkın : perde, sırlar, gerçekler
4. ve yud'avne : ve davet edilirler
5. ilâ es sucûdi : secde etmeye
6. fe : artık, fakat
7. lâ yestetîûne : muktedir olamazlar, güçleri yetmez

Diyanet İşleri : (42-43) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.
Abdulbaki Gölpınarlı : O gün, işler güçleşir ve secdeye dâvet edilirler, derken güçleri yetmez.
Adem Uğur : O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.
Ahmed Hulusi : Hakikatin açığa çıkıp, Allâh'tan ayrı vücud verdikleri benliklerinin yokluğunu itirafa (secdeye) davet edildikleri süreçte, bunun gereğini yerine getiremeyeceklerdir!

53-68 / KALEM - 43

Hâşiaten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), ve kad kânû yud’avne iles sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne).
1. hâşiaten : korkudan ürpermiş halde
2. ebsâru-hum : onların bakışları, gözleri
3. terheku-hum : onları kaplar, bürür
4. zilletun : zillet
5. ve kad : ve olmuştu
6. kânû : oldular, idiler
7. yud'avne : davet edilirler
8. ilâ es sucûdi : secdelere, secde etmeye
9. ve hum : ve onlar
10. sâlimûne : salim, sağlam, selâmette

Diyanet İşleri : (42-43) Baldırların açılacağı (işlerin zorlaşacağı) ve kâfirlerin secdeye çağrılıp da gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamış bir hâlde buna güç yetiremeyecekleri günü (Kıyamet gününü) düşün. Hâlbuki onlar sağlıklarında secde etmeye çağrılıyorlar (ve buna yanaşmıyorlar)dı.
Abdulbaki Gölpınarlı : Gözleri yere dikilir, üstlerine aşağılık çöker ve gerçekten de sağ esenken de secdeye dâvet edilmişlerdir de secde etmemişlerdi.
Adem Uğur : Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde etmiyorlardı).
Ahmed Hulusi : Gözleri dehşetten önlerine eğik, zillet hâlinde! Oysa onlar akılları başlarında dünyada iken secdeye davet olunuyorlardı.


54-76 / İNSÂN (DEHR) - 26
Ve minel leyli fescud lehu ve sebbihhu leylen tavîlâ(tavîlen).
1. ve min el leyli : ve geceden, gecenin bir kısmında
2. fe uscud : artık secde et
3. lehu : ona
4. ve sebbih-hu : ve onu tespih et
5. leylen : gece
6. tavîlen : uzun

Diyanet İşleri : Gecenin bir kısmında O’na secde et; geceleyin de O’nu uzun uzadıya tespih et.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve geceleyin de secde et artık ona ve tenzîh et uzun gecelerde onu.
Adem Uğur : Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbih et.
Ahmed Hulusi : Gecenin bir kısmında O'na secde et; O'nu tespih et gece içinde uzun şekilde.


55-84 / İNŞİKAK - 21
Ve izâ kurıe aleyhimul kur’ânu lâ yescudûn(yescudûne). (SECDE ÂYETİ)-13
1. ve izâ : ve olduğu zaman
2. kurie : okundu
3. aleyhim (u) : onlara
4. el kur'ânu : Kur'ân
5. lâ yescudûne : secde etmiyorlar, etmezler

Diyanet İşleri : Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar.
Abdulbaki Gölpınarlı : Ve onlara Kur'ân okununca secde etmiyorlar?
Adem Uğur : Onlar kendilerine Kur'an okununca secde de etmezler.
Ahmed Hulusi : Onlara Kur'ân okunduğunda secde etmiyorlar (benliklerini yok edip Hakk'a boyun eğmiyorlar)? (21. âyet secde âyetidir. )


56-96 / ALAK - 19
Kellâ, lâ tutı’hu vescud vakterib. (SECDE ÂYETİ)-14
1. kellâ : hayır
2. lâ tutı'hu : ona itaat etme
3. ve uscud : ve secde et
4. ve ikterib : ve karib ol, yakın ol

Diyanet İşleri : Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş.
Abdulbaki Gölpınarlı : İş öyle değil, itâat etme ona ve artık secde et de yaklaş.
Adem Uğur : Hayır! Ona uyma! Allah'a secde et ve (yalnızca O'na) yaklaş!
Ahmed Hulusi : Hayır, sakın (yapma)! Ona uyma; secde et ve yaklaş! (19. âyet secde âyetidir. )

AYETLER VE MEALLER
http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx
SİTESİNDEN KOPYALANMIŞTIR….9-1-2012
56 AYETTE 66 KEZ SECDE SÖZÜ GEÇMEKTEDİR…
14 TİLAVET SECDESİ ÇOĞU KURAN YAZILMASINDA İŞARETLENİR.HANEFİ –SUNNİ MEZHEBE GÖRE DE ÖYLEDİR.DİĞERLERİNDE VE YAZARLARINDA BİLE İHTİLAF VARDIR.ASLINDA KURAN OKUNDUĞUNDA YA DA DUYULDUĞUNDA ZATEN SECDE ETMEK YARADAN’A SAYGI GÖSTERMEK GEREKİR DİYE DÜŞÜNÜRÜM.NAMAZ-SALAT EDEN ZATEN SECDE ETTİĞİNDEN AYRICA SECDE GEREKMEZ.
VELHASIL TARTIŞILAN BİR KONU…AMA SECDE GEREKLİ..GEREKLİ DE 14 OLDUĞU İHTİLAFLI..HER GRUP KENDİNCE AÇIKLIYOR..KALBİNE GELENE BAK….YÜCE ALLAH’I,RABBİMİZİ ANMANIN EN GÜZEL YOLU…
RABBİMİN BAĞIŞINA SIĞINIRIM…SUBHANALLAHİ VELHAMDÜLİLLAHİ VE LAİLAHE İLLALLAHİ VALLAHİ EKBER….VELA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİL ALİYYİL AZİYM...ESTAĞFURULLAHİL AZİYM…VE ETUBU İLEYH….
54 AYETTE SECDE OLARAK, 2 AYETTE 17-109 ((Ve yahırrûne lil ezkâni –ÇENELERİ ÜSTÜNE KAPANIRLAR) VE 38-24 DE((ve harre râkian ve enâb-SECDEYE KAPANDI) ÇENE-YÜZ ÜSTÜNE KAPANMA OLARAK GEÇER.
48 AYETTE BİRER KERE,6 AYETTE 2 ŞER 2 AYETTE ÜÇER KERE GEÇER…BUNLAR..:
2-34
18-50
20-116
25-60
41-37
48-29 NCU AYETLERDE 2 ŞER;
7-11 VE 17-61 DE 3 ER KEREDİR…..TOPLAM 66 OLMAKTADIR….EBCEDE GÖRE ALLAH KELİMESİNİN HESABI DA 66 DIR…….DOĞRUSUNU ALLAH(C.C) BİLİR…
http://dersitamam.blogspot.com/2007/11/kuran-seninle-konuuyor-1.html#comments
KURAN SENİNLE KONUŞUYOR BAŞLIKLI BLOG YAZISINA DA GÖZ ATABİLİRSİNİZ…

BİLGİNİZE ..İLGİNİZE…..

39-ZÜMER-9-hel yestevillezine ya'lemune vellezine la ya'lemun

9-“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”


17-İSRA-34…..evfu bil ahd innel ahde kane mes'ula
17-34-…………Ahdinize vefalı olun çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.


40-MÜMİN

27. Ve kale musa inni uztü bi rabbi ve rabbiküm min külli mütekebbiril la yü'minü bi yevmil hisab

Diyanet Vakfı 27. Musa da: Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım, dedi.
Elmalılı Hamdi Yazır 27-Musa da: "Muhakkak ben, hesap gününe inanmayan her ululuk taslayandan Rabbime ve Rabbinize sığındım!" dedi.
Yaşar Nuri Öztürk 27 Mûsa dedi: "Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olana sığındım."
________________________________________
68-KALEM

51. Ve in yekadulleziyne keferu leyuzlikuneke biebsarihim lemma semi'uzzikra ve yekulune innehu lemecnunun.

52. Ve ma huve illa zikrun lil'alemiyne

Diyanet Vakfı 51. O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) "Hiç şüphe yok o bir delidir" derler.
Elmalılı Hamdi Yazır 51-Ve gerçekten o küfredenler o zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman az daha seni gözleriyle kaydıracaklardı; bir de durmuşlar: "O şüphesiz bir deli." diyorlar.
Yaşar Nuri Öztürk 51 O küfre sapanlar, Zikir'i/Kur'an'ı işittiklerinde az kalsın gözleriyle seni devireceklerdi. "Bu tam bir cinlidir." diyorlardı.

Diyanet Vakfı 52. Oysa o (Kur'an), âlemler için ancak bir öğüttür.
Elmalılı Hamdi Yazır 52-Halbuki o (Kur'an) bütün akıllı alemler için bir öğüttür.
Yaşar Nuri Öztürk 52 Oysaki o Zikir/Kur'an âlemler için bir öğütten başka şey değildir.

81-TEKVİR

27. In huve illa zikrun lil'alemiyne.
Diyanet Vakfı 27. O, herkes için, bir öğüttür,
Elmalılı Hamdi Yazır 27-O, sadece bir öğüttür, alemler için.
Yaşar Nuri Öztürk 27 O, âlemlere bir öğütten başka şey değildir.
28. Limen şae minkum en yestekıyme,.

Diyanet Vakfı 28. Sizden doğru yolda gitmek isteyenler için de.
Elmalılı Hamdi Yazır 28-Ve içinizden dosdoğru olmayı dileyenler için.
Yaşar Nuri Öztürk 28 İçinizden, dosdoğru yürümek isteyen için.



29. Ve ma teşaune illa en yeşaallahu rabbul'alemiyne.

Diyanet Vakfı 29. Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
Elmalılı Hamdi Yazır 29-Fakat o alemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz!
Yaşar Nuri Öztürk 29 Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz!



7-ARAF-23 kale
rabbena zalemna enfüsena ve il lem tağfir lena ve terhamna lenekunenne minel hasirin
Diyanet Vakfı 23. (Adem ile eşi) dediler ki:
Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.


21-ENBİYA-87……(yunus dediki)…
………el la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minez zalimin

Diyanet Vakfı 87. Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde:
"Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!"


28-KASAS-16-kale
rabbi inni zalemtü nefsi fağfirli ....fe ğafera leh innehu hüvel ğafurur rahiym

Diyanet Vakfı 16. Musa:
Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla
dedi,
Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur.




2-BAKARA-286-. leha ma kesebet ve aleyha mektesebet* ….rabbena la tüahızna in nesina ev ahta'na*..

2-286-DİYANET- Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. ..Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma…sorgulama…hesaba çekme…

12-YUSUF

21-……vallahü galibün ala emrihi ve lakinne ekseran nasi la ya'lemun


DİYANET-21-….Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.

ELMALILI-21-…….Allah, yaptığı işte üstün bir güce sahiptir, fakat insanların çoğu bilmezler.

Y.NURİ-21-………..Allah, kendi emrine Gâlib'dir/kendi emrine hükmeder. Ama insanların çokları bilmiyorlar.


12-YUSUF
100…….inne rabbi latiyfül lima yeşa' innehu hüvel alimül hakim
100…. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."


101-….fatırıssemavati vel ard ente veliyyi fid dünya vel ahirah teveffeni müslimev ve elhıkni bis salihiyn
101…. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!"
2-BAKARA-153-innellahe meas sabirin .....ALLAH SABREDENLERLE BERABERDİR.....


7-ARAF- 185-.... fe bi eyyi hadisin ba'dehu yü'minun (BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)

77-MÜRSELAT -50-Fe bi eyyi hadiysin ba'dehu yü'minune.(BAŞKA HANGİ GERÇEK SÖZ-HADİS-E İNANACAKSINIZ)



rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahimin (23-/109)

ve selamün ala ibadihillezinastafa (27-/59)

sübhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun (37-/180) ve selamün alel mürselin (37-/181)

Vel hamdü lillahi rabbil alemin(37-/182)